Birbirine Tutunarak Güçlenme Hikayesi: Bir Gün, 365 Saat

Çok sevgili yönetmen arkadaşım Eylem Kaftan’ın pandemi döneminde çektiği ve bugün hala festival festival dolaştığı filmi Bir Gün 365 Saat filmini nihayet İstanbul Film Festivali’nin son günlerinde izleme şansı buldum. Cinsel istismar, ensest, pedofili gibi konular ne yazık ki dünyanın her yerinde yaygın olmakla birlikte ülkemizde rahatça konuşulamayan, daha çok yok sayılan, üstü kapatılan durumlar. Toplum baskısı, tehdit, ölüm korkusu ve benzer nedenlerle gün yüzüne çıkamayan nice korkunç hikayede türlü şiddete maruz kalan ya da hayatını kaybeden insanların haberleriyle dolu çevremiz aslında. Açıkçası bu konuda bize umut veren gelişmeler duymuyoruz, öğrendiğimiz her acı hikaye bizi daha da umutsuzlaştırıyor. Bu kişilerin haklarını savunacakları ortamlar olmadığını, adaletin yerini bulmadığını düşünüp daha da karanlığa çekiliyoruz.

Yönetmen öz babaları tarafından istismara uğrayan çocukların/gençlerin gerçek hayat öykülerini belgeselleştirirken, alıştığımız ve belki biraz da sıkıldığımız stilde, üst üste röportajlardan oluşan basmakalıp bir belge film çekmek istememiş. Gerçek hikayelerini dinlediği kızların, yaşadıkları istismara hayır dedikleri ve bu yolda adım attıkları zamanları canlandırmalarını istemiş. Başta çekinen, utanan kızlar daha sonra “biz neden utanıyoruz, bize bunu yaşatanlar utanmalı, biz utanacak bir şey yapmadık.” diye düşünerek fikir değiştirmiş ve Kaftan’ın ve ekibinin teklifini kabul etmişler.

Filmde üç genç kızın babaları tarafından uğradıkları istismarlar sonucunda kurtulmak için çareler ararken yollarının kesişmesini, birbirlerine destek oluşlarını, üçünün de annelerinin ne yazık ki kızlara destek olamamalarını ve bu kızların haklarını arayışları sonucunda sığınma ve avukat haklarını öğrenişlerini, babalarını mahkemeye verişlerini ve dava sürecinde birbirlerine yoldaşlık, kızkardeşlik edişlerini izliyoruz. Kız çocuklarını istismar ettiğini öğrenmiş ve eşinden şikayetçi olarak kızlarının yanında olmuş bir anneyle tanışıyorlar bu süreçte kızlar. Anne, kızlara kendi yaşadıklarını anlatıyor. Böyle bir şeyin gerçek olabileceğine asla inanamadığını ancak ne yazık ki eşini suçüstü yakaladığını ve hem kızlarının hem de kendisinin psikolojik tedavi sürecinde olduklarını anlatırken, diğer kızlar gözyaşlarını tutamıyorlar, elbette seyirci olarak biz de.

Ancak böylesi zor ve sert bir konuyu ele alan bu belgeselde zerre ajite edilmiş durum yok. Filmde neredeyse estetize edilmiş gibi, steril bir atmosfer var başından sonuna. Olayların gerçek oluşu boğazınıza bir yumru gibi oturuyor elbette ve duygulanıyorsunuz ama gazetenin üçüncü sayfasında okuduğunuz bir haberin yorumsuzluğuna rağmen saf gerçek nasıl canınızı acıtırsa bu belgeseli izlerken de canınızı yakan saf gerçek oluyor. Duygularınızı istismar edecek bir müzik, bir açı, bir kurgu biçimi kullanılmamış. Hatta bir sahnede iki kız taksiyle birlikte yaşayacakları eve doğru, özgürlüklerine doğru giderken radyoda Ahmet Kaya’nın “Tezgahtar Nebahat” şarkısı çalmaya başlıyor ve kızlar pencereden sarkarak avaz avaz bu şarkıyı söylemeye başlıyorlar, yüzlerinde kocaman bir gülüşle… Neşeli bir kurgu film izler gibi hissediyoruz bu ve benzeri bir-iki sahnede.

Filmin sonunda bu kızların babalarının aldıkları hapis cezalarını ve kızların artık kendi yollarını çizebilmiş olduklarını, eğitimlerini hukuk, psikoloji gibi alanlarda devam ettirdiklerini öğreniyoruz. Müthiş umut dolu bir atmosferle, mutlu yüzlerle sonlanıyor film.

Yazımın başında da belirttiğim gibi hak mücadelelerinin olumlu sonuçlanmadığı yüzlerce olayla karşı karşıya kalıyoruz ne yazık ki toplumumuzda. Artık adalet sadece bir kadın adı, gibi cümleler kuruyoruz kendi aramızda. Seslerini duyuramayan mağdurlar, aleyhte alınmış kararlarla dolu dava dosyaları, boş yere yiten yıllar, kayıp yaşamlar, biten ömürler… Hal böyleyken Bir Gün 365 Saat belgeselinde dört adet istismar dosyasında adaletin yerini bulduğunu öğrenmiş olmak insanı şaşkın bir mutluluk hissiyle bırakıyor. Alışmadığımız bir son. Güvenin kalmadığı, umutların tükendiği bir coğrafyada tertemiz bir umut, hem de gerçek, kurmaca bir hikaye değil. Belgeseli bu yönden kıymetli buluyorum. Her şeyden önce, işer yarar bilgiler veren bir belgesel: Kadına yönelik şiddete karşı mağduru koruyan mekanizmalar iyi işler çıkartabiliyor, öğreniyoruz ki. Mağdurların ücretsiz avukat hakları var. Sığınma evinde 6 aya kadar kalma hakları var. Belgeselde yer alan bu cesur kızlar, istismara uğrayan ama korkan, sesini çıkaramayan, belki haklarını bilmedikleri için hareket edemeyen kişiler için birer rol model olabilirler. Onlara cesaret verebilir, kimlere, nerelere başvurulabileceği ile ilgili bir çıkış kapısı rolü üstlenebilir bu film.

Bir açıdan bakıldığında, her şey bu kadar güllük gülistanlık mı, her şey bu kadar kolay mı, yoksa bu kızların yaşadıklarında şans faktörünün de payı var mı gibi sorular gelebiliyor insanın aklına. Ancak yine de başından sonuna takip edilmiş ve gerçekleri ortaya koymuş bir belgesel yapım olarak bu yönüyle sorumluluk sahibi bir film olduğunu düşünüyorum ve daha çok izlenmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Kitlelere ulaşabilmesi açısından festivallerde gösterilmesinin yanı sıra vizyona da girecek olmasına sevindim. İlgili farklı gösterim alanlarında da yer verilmesi gereken, kıymetli bir yapım Bir Gün 365 Saat. Konuşulmayan konuları konu edinmesi, belki tartıştıracak olması açısından bile kıymetli. Reha Erdem’in filmlerinden aşina olduğumuz başarılı görüntü yönetmeni Florent Herry’nin filmin dokusuna kattığı hoşlukları da söylemeden geçmemiş olalım. Marc Collin‘in filmin anlatısının genel tonuna uyacak şekilde değişken kullandığı müzik ve Burçak Yurdakul‘un özenli kurgusu da amacına hizmet ediyor ve teknik açıdan da başarılı, farklı bir belgesel çıkıyor karşımıza. Bulduğunuz yerde izlemeniz önerisiyle…

Un beau matin/One Fine Morning/Güzel Bir Sabah

2022 Film Ekimi kapsamında Kadıköy Sineması’nda izleme fırsatı bulduğum Un beau matin/One Fine Morning/Güzel Bir Sabah, Fransız yönetmen Mia Hansen-Løve’ın altıncı uzun metrajı imiş, benim ise izlediğim ikinci filmi.

Sinema kariyerine oyuncu ve ‘Cahiers du cinéma’ dergisinde film eleştirmeni olarak başlayan Hansen-Løve’a ait 2021 yapımı Bergman Island/Bergman Adası filmini izlediğimde kendine has tarzından etkilenmiş ve yönetmenin diğer filmleriyle ilgili minik bir araştırma yaptıysam da başka izleme fırsatı bulamamıştım. Oyunculuğunu çok beğendiğim Lea Seydoux’un yönetmenin bahsetmekte olduğumuz son filminde oynadığını öğrenince bu iki kadının birlikte nasıl bir iş çıkardığını oldukça merak ederek aldım biletimi.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki sadece iki filmini izlemiş olsam da yönetmenin sade ve küçük hikayeleri devleştirebilme yeteneği olduğunu hissediyorum, en azından izlediğim iki filmi de bunu geçiriyor seyirciye bana sorarsanız. Devleştirme derken iki filmde de büyük olaylar, şoke edici gelişmeler, katarsisler gerçekleşmiyor ancak hikayenin etkisi devleşiyor sanki, anlatılan hikayenin kendisinin kağıt üzerindeki naifliğiyle kıyaslandığında.

Güzel Bir Sabah adlı filmin hikayesi Fransa, Paris’te geçiyor. Önce Seydoux’un canlandırdığı Sandra karakteriyle tanışıyoruz. Kendisi başarılı bir mütercim tercüman ve Paris’te 9 yaşlarındaki kızıyla yalnız yaşıyor. Kısacık saçlı, aşırı derecede sade giyinen, makyaj yapmayan, sessiz, uyumlu bir kadın Sandra. Çalışmadığı zamanlarda hasta babasının evine giderek onunla yakından ilgileniyor. Babası Georg herkesin hayranlık ve saygı duyduğu bir felsefe öğretmeniyken zor bir hastalığa yakalanmış. Sandra’nın anne babası zamanında ayrılmışlar ve babası başka bir kadınla evlenmiş. Hastalığı dolayısıyla zihni bulanık olan babanın ağzından düşürmediği tek isim ise yeni eşi. Hastalık durumundan dolayı bir bakımevine yerleşmesi gerektiği kararını ise ailece karar vermek zorunda kalıyorlar, Sandra’nın annesi, annesinin yeni eşi, Sandra’nın kız kardeşi ve eşi, Sandra. O bakımevi senin bu bakımevi benim dolaşıyorlar ve bazı sorunlar yaşandığında hemen yeni bir bakımevine alınıyor yaşlı adam. Babasına düşkün ve hassas Sandra için zor günler…

Sandra çalışmadığı ve babasıyla ilgilenmediği zamanlar ise kızıyla veya tek başına parka gidiyor, yürüyüş yapıyor. Bu yürüyüşlerin birinde kaybettiği eşinin arkadaşlarından Clement ile karşılaşıyor. Bu karşılaşma sonrası Clement ile sık görüşmeye başlıyorlar ve hızlı bir şekilde aralarında bir çekim oluyor ancak Clement’in başka bir şehirde eşi ve çocukları var. Clement ve Sandra’nın yaşadığı aşk ise tutkulu ve gerçek. Clement Sandra’ya karşı hep dürüst oluyor ve ara ara “bu ilişki bu şekilde devam edemez” diyerek eşinin, çocuklarının yanına dönüyor ama daha sonra yine kendini Sandra’ya çekilmiş olarak buluyor.

Sandra hayatının tüm aşamalarında pasif bir tutum sergilemek durumunda kalmış görünüyor. Babası için elinden gelen mücadeleyi verse de onun elinde olmayan durumlar var ve bu onu üzüyor. Clement’e ise vazgeçilmez derecede aşık ancak onun da gelip gitmelerine karşı hiçbir tavır sergileyemiyor, sadece ergenliğe yeni girmiş genç kızlar gibi sevgilisi gelince seviniyor, gidince üzülüyor ve ondan gelecek bir cep telefonu mesajına hasret günler geçiriyor.

Sandra babasının gün geçtikçe hafızasını daha çok yitirmesine, kendisini neredeyse hiç hatırlamamasına, tek sayıkladığı kişinin ikinci eşi olmasına aslında çok içerliyor, kalbi çok kırılıyor. Ancak babasını ziyaret etmeye, onun isteklerini karşılamaya devam ediyor. Kendi hayatını yaşamak adına sınırlarını da koymaya çalışıyor ve bir ölçüde başarabiliyor diyebiliriz.

Aşık olduğu adamın da her şeyi bırakarak ona gelmesini, sadece onun olmasını istiyor elbette ama ailesini bırakamamasını da bir yerde anlıyor ve canı çok yansa da sevdiği adamın bir gün tamamen ona geleceği günü beklemeyi, bu umutla yaşamayı tercih ediyor.

Bu hikayeyle yönetmen bir açıdan bize sevginin bedellerini betimlemeye çalışıyor sanki.  Bizi ne kadar incitse de hayatımızda sevgi olmadan devam edemediğimizi açık ediyor.

Babasının hayatta en çok değer verdiği şey olan kütüphanesi ve yüzlerce kitabını ne yapacaklarını şaşırıyorlar ailece evi boşaltırlarken ve çoğunu ona hayran öğrencilerine vermeye karar veriyorlar. Öğrencileriyle sohbet ederken Sandra bir yerde, babası hala yaşamaktayken bile, onun ruhunu ancak bu kitapların arasında hissedebildiğini, bakımevinde yatmakta olan bedenin sadece bir araç olduğunu, babasını babası yapan şeyin bu kitap seçkisi ve bu bilgiler ışığında yarattığı dünya olduğunu söylüyor. Gerçekten de sevdiğimiz kişilerin sevdiği, kıymet verdiği şeyler onları yaşatmaya devam eden önemli detaylar haline geliyor. Bu noktada film başrole babayı da alıyor, hastalığından dolayı tanıyamadığımız bu adamın sağlığındaki yaşamında kendine ve çevresine kattıklarını müzikler, kitaplar sayesinde biraz da olsa koklamış oluyoruz sanki. Bir gün Sandra babasının günlüğünü buluyor ve günlüğüne hastalığının başlarında yazmış olduklarını okuyor, babası hafızasını yitirmekten korktuğu için kendi hayat hikayesini bir anı kitabı olarak yazmak istediğini not almış ve kitabın adı da: Güzel Bir Sabah olacakmış. Ne yazık ki bu otobiyografik kitap hiçbir zaman yazılamayacak ama fark ediyoruz ki Georg, ailesine, öğrencilerine kattıklarıyla yaşayacak… Yakın bir akrabamın bakımevinde olduğu, hayatta en sevdiğim insan olan anneannemi de yeni kaybettiğimiz bir dönemde bu filmi izlemiş olmamın beni kişisel olarak ayrıca etkilediğini söylemem gerek.

Filmin en büyük artısı ise bu denli duygusal yönü ağır basan, gerçekçi, hayatın içinden konulara rağmen, filmin ambiyansının hafifliği, hafif mizahi bir dille o ağır yükü üzerimizden alışının başarısı. Mekanlar, giysiler, diyaloglar renkli, lezzetli. Gözleriniz yaşlı çıkmıyorsunuz salondan ama filmin etkisi üzerinizde bir süre kalıyor. Seydoux, sevgilisi rolünde Melvil Poupaud ve babası rolünde Pascal Greggory bu gerçekçi hikayeye oyunculuklarıyla çok şey katıyorlar. Güzel Bir Sabah, güzel bir sabah pencereden baktığınızda göreceğiniz bir kuşun size mutluluk vermesi ve rüzgarın sizi üşüterek tedirgin etmesi kadar gerçek ve doğal bir film.

Yazı Sadibey.com sitesinde yayınlanmıştır.

SİYAD 54. Türkiye Sineması Ödülleri için Adaylar Belli Oldu

Sinema Yazarları Derneği, 54. Türkiye Sineması Ödülleri’nin 11 daldaki adaylarını belirledi. Azra Deniz Okyay’ın ilk uzun metrajı Hayaletler, En İyi Film dahil dokuz dalda adaylık elde ederek en çok aday çıkaran film oldu. Onu yedişer adaylık ile Aşk, Büyü vs ve Bilmemek ve altı adaylıkla Gölgeler İçinde izledi. Aşk, Büyü, vs’ın yönetmeni, senaristi ve müzisyeni Ümit Ünal, bu dallarda üç adaylık elde etmiş oldu.

54. SİYAD Ödülleri için adaylık elde eden tüm filmler ve adaylık sayıları şöyle: Hayaletler (9), Aşk, Büyü vs (7), Bilmemek (7), Gölgeler İçinde (6), Bağlılık: Hasan (5), Bir Nefes Daha (5), Cemil Şov (5), İnsanlar İkiye Ayrılır (5), Sen Ben Lenin (5), Plaza (1).

Belgesel, kısa film ve fantastik film dallarındaki SİYAD ödülleri adayları önümüzdeki günlerde belirlenecek.

54. SİYAD Türkiye Sineması Ödülleri’ni kazananlar ise SİYAD üyelerinin yapacağı ikinci tur oylamanın ardından Mart ayında yapılması planlanan törende açıklanacak.

11 daldaki adayların tam listesi:

EN İYİ FİLM

Aşk, Büyü vs.

Bağlılık: Hasan

Bilmemek

Gölgeler İçinde

Hayaletler

EN İYİ YÖNETİM

Semih Kaplanoğlu / Bağlılık: Hasan

Azra Deniz Okyay / Hayaletler

Erdem Tepegöz / Gölgeler İçinde

Ümit Ünal / Aşk, Büyü vs.

Leyla Yılmaz / Bilmemek

EN İYİ SENARYO

Barış Bıçakçı, Tufan Taştan / Sen Ben Lenin

Azra Deniz Okyay / Hayaletler

Tunç Şahin / İnsanlar İkiye Ayrılır

Ümit Ünal / Aşk, Büyü vs.

Leyla Yılmaz / Bilmemek

EN İYİ KADIN OYUNCU PERFORMANSI

Burcu Biricik / İnsanlar İkiye Ayrılır

Ece Dizdar / Aşk, Büyü vs.

Dilayda Güneş / Hayaletler

Senan Kara / Bilmemek

Selen Uçer / Aşk, Büyü vs.

EN İYİ ERKEK OYUNCU PERFORMANSI

Numan Acar / Gölgeler İçinde

Ozan Çelik / Cemil Şov

Oktay Çubuk / Bir Nefes Daha

Murat Kılıç / Sen Ben Lenin

Emir Özden / Bilmemek

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU PERFORMANSI

Deniz Altan / Plaza

Pınar Deniz / İnsanlar İkiye Ayrılır

Nezaket Erden / İnsanlar İkiye Ayrılır

Hasibe Eren / Sen Ben Lenin

Nalan Kuruçim / Hayaletler

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU PERFORMANSI

Erdem Akakçe / İnsanlar İkiye Ayrılır

Eren Çiğdem / Bir Nefes Daha

Saygın Soysal / Sen Ben Lenin

Levent Üzümcü / Bilmemek

Alican Yücesoy / Cemil Şov

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ

Özgür Eken / Bağlılık: Hasan

Türksoy Gölebeyi / Aşk, Büyü vs

Hayk Kirakosyan / Gölgeler İçinde

Barış Özbiçer / Hayaletler

Soykut Turan / Cemil Şov

EN İYİ MÜZİK

Barış Diri / Sen Ben Lenin

Greg Dombrowski / Gölgeler İçinde

Angus Macrae, Timo Rositzky / Bir Nefes Daha

Ümit Ünal / Aşk, Büyü vs

Ekin Üzeltüzenci / Hayaletler

EN İYİ KURGU

Ayris Alptekin / Hayaletler

Osman Bayraktaroğlu / Bilmemek

Semih Kaplanoğlu / Bağlılık: Hasan

Evren Luş / Cemil Şov

Kristen Swanbeck, Özcan Vardar / Bir Nefes Daha

EN İYİ SANAT YÖNETİMİ

Meral Aktan / Bağlılık: Hasan

Erdinç Aktürk / Hayaletler

Armen Ghazaryan / Gölgeler İçinde

Selin Girgin / Cemil Şov

Erdal Tuzla / Bir Nefes Daha

Açıkhavada Sinemada Etkinliğinde Buluştuk

Kıvanç Sezer ile film gösterimi öncesi söyleşideyiz

İstanbul Büyükşehir Belediyesi “Açık Havada SinemADA” etkinliği ile son yılların ses getiren filmlerini sinemaseverlerle buluşturdu.

Büyükada Atatürk Meydanı ve Heybeliada Değirmenburnu Mesire Alanı’nda 28 Ağustos- 5 Eylül tarihleri arasında filmkoop işbirliği ile gerçekleştirilen “Açık Havada SinemADA” etkinliğinde film gösterimleri ile birlikte yönetmenlerle söyleşiler de yer alıyordu.

31 Ağustos’ta Küçük Şeyler film gösterimi öncesi yönetmen arkadaşım Kıvanç Sezer ile söyleştim.

Babamın Kanatları ve Küçük Şeyler sohbeti

Etkinlik kapsamında, aralarında Türkiye’de ilk gösterimini yapacak olan Alman yapımı animasyon filmi Pişiriciler’den Türkiye’de aldığı birçok ödülün yanı sıra 77. Venedik Film Festivali’nde İtalyan Film Eleştirmenleri Birliği (SNCCI) tarafından düzenlenen Uluslararası Eleştirmenler Haftası bölümünde en iyi film seçilerek Büyük Ödül’ün sahibi olan Azra Deniz Okyay’ın “Hayaletler” filmine; Hayao Miyazaki’nin anime filmi “Küçük Deniz Kızı Ponyo”dan Zeynep Dadak’ın 2020 yapımı “Ah Gözel İstanbul”a ve Cannes Altın Palmiye ödüllü Ken Loach’ın Ben Daniel Blake’e, 12 filmden oluşan bir seçki yer alıyordu.

Bu keyifli etkinliğin seneye de devam etmesi en büyük dileğimiz.

40. İstanbul Film Festivali Online Basın Toplantısı Yapıldı

40. İstanbul Film Festivali basın toplantısı 17 Mart 2021 sabahı çevrimiçi olarak düzenlendi. Toplantının açılış konuşmasını İKSV Genel Müdürü Görgün Taner yaptı:

” 1982’de yapılan ilk İstanbul Film Festivali’nden bugüne çok şey değişti. Şimdi cep telefonlarıyla film çekilebilen, dekorların üç boyutlu yazıcılarla yapılabildiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Sinema salonlarına gitmeye devam ediyoruz ama artık aynı zamanda filmonline.iksv.org ile çevrimiçi gösterimleri evimizde de izleyebiliyoruz. Festival, gelenekli bir okul gibi sektörün birçok bileşenine kucak açtı. Yapımcıları, yönetmenleri, oyuncuları destekledi, ödüller verdi; yeni projelerini geliştirmelerine, uluslararası bağlantılar kurmalarına olanak sağladı. Değişik kültürleri, birbirinden farklı ülkeleri ve onların sinemalarını, başka türlü ulaşamayacağımız filmleri, olağanüstü yönetmenleri, oyuncuları tanımamıza aracı oldu. Evet, ilk İstanbul Film Festivali’nden bugüne çok şey değişti; ama 40 yıldır değişmeyen bir şey var: İstanbul Film Festivali kurucularından, 1995’te kaybettiğimiz Onat Kutlar’ın söylediği gibi, şimdi ve daima sinema bir şenliktir. “

Köprüde Buluşmalar Yöneticisi Gülin Üstün, Köprüde Buluşmalar 2021 seçkisi ve ABD ve Hollanda İstanbul konsolosluklarının desteği ile düzenlenecek, “film ve dizilerde güçlü kadın karakterler yaratmak” başlıklı atölye hakkında bilgi verdi.

40. İstanbul Film Festivali Afişi

İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan da festival programı ve etkinlikleriyle ilgili verdiği bilgilerin yanı sıra Ulusal Yarışma jürileriyle Sinema Onur Ödülleri’nin sahiplerini açıkladı. edilen Sinema Onur Ödülleri, bu yıl “jet rejisör” lakaplı yönetmen Çetin İnanç, tiyatro ve sinema oyuncusu Suna Selen, tiyatro ve sinema oyuncusu Salih Güney ve ses sanatçısı, oyuncu ve dublaj sanatçısı Belkıs Özener’e sunuluyor.

İstanbul Film Festivali 1 Nisan’da festivalin çevrimiçi gösterim platformu filmonline.iksv.org’da başlıyor. Nisan ve Mayıs ayları boyunca her perşembe, cuma, cumartesi ve pazar günü yeni filmler gösterime girecek. Festivalin Ulusal Yarışma, Ulusal Belgesel Yarışması ve Ulusal Kısa Film Yarışması 20-29 Mayıs’ta çevrimiçi ve pandemi koşullarına bağlı olarak sinema salonlarında (Atlas, Kadıköy, Sinematek) gerçekleştirilecek. Festivalin Uluslararası Yarışma ile Galalar bölümlerindeki filmler, Haziran ayında hem açık hava mekânlarda hem de sinema salonlarıyla çevrimiçi platformda festival takipçileri ile buluşacak.

Bu yıl 20-29 Mayıs’ta yapılacak Ulusal Yarışma’da Altın Lale Ödülü için, yapımı 2020-2021 sezonunda tamamlanan filmler yarışacak. En İyi Senaryo Ödülü, bu yıl Alametifarika tarafından 10.000 TL para ödülü ile desteklenecek. En İyi Film’e 150.000 TL; Onat Kutlar anısına verilecek Jüri Özel Ödülü’nü kazanan filmin yapımcısına İKSV tarafından 50.000 TL verilecek. Anadolu Efes ise En İyi Yönetmen ödülüne lâyık görülen isme 50.000 TL takdim edecek. En İyi Kadın ve En İyi Erkek Oyuncu da 10.000’er TL ile ödüllendirilecek. En İyi Özgün Müzik Ödülü, bu yıl da LU Records tarafından 5.000 TL para ödülü ile desteklenecek.

40. İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma filmlerini değerlendirecek olan Ulusal Yarışma Jürisi bu yıl yönetmen Tolga Karaçelik başkanlığında toplanıyor. Ulusal Yarışma Jürisi’nin diğer üyeleri oyuncu Ece Dizdar, sanat yönetmeni ve yapım tasarımcısı Naz Erayda Kurdoğlu, yapımcı Nadir Öperli ve yazar Şebnem İşigüzel.

İstanbul Film Festivali’nin Nippon Paint sponsorluğundaki özel retrospektif bölümü bu yıl Alfred Hitchcock’a ayrıldı. Dahi sinemacı Alfred Hitchcock’un geçen yıl pandemi nedeniyle gösterimi yapılamayan 15 renkli filmi Haziran ayında yenilenmiş kopyalarından sinema salonlarında gösterilecek.

İKSV Alt Kat, İstanbul Film Festivali işbirliğiyle ve Doğa Kılcıoğlu yürütücülüğünde 14-18 yaş arası gençlere yönelik stop-motion animasyon atölyesi gerçekleştiriyor.

Festivalin Nisan Seçkisi biletleri 29-30 Mart’ta İKSV Lale Kart üyeleri için indirimli ön satışların ardından 31 Mart Çarşamba 10.30’dan itibaren genel satışa açılacak. Tek film 12 TL, 20 filmlik paket 200 TL.

İstanbul Film Festivali çevrimiçi gösterim platformu filmonline.iksv.org mobil uygulaması İKSV Film Online iOS ve Android versiyonlarıyla yayında. Bilet aldığınız ve hesabınıza eklenen filmleri İKSV Film Online mobil uygulaması ile listeleyebilir, izleyebilir, Chromecast ya da Airplay ile televizyonunuza yansıtabilir ve internet olmadan izlemek üzere uygulamaya kaydedebilirsiniz.

Mobil uygulamayı App Store ve Google Play’den indirebilirsiniz.

Festival Nisan Programı

• Köstebek Ajan / El Agente Topo / The Mole Agent / Maite Alberdi / Şili, Hollanda, İspanya, Almanya, ABD (Belgesel Kuşağı)
• Pazar Günleri / Sundays / Alethea C. Avramis / Yunanistan, Fransa (Belgesel Kuşağı)
• Son Banyo / O Último Banho / The Last Bath / David Bonneville / Portekiz, Fransa (Dünya Festivallerinden)
• Arkadaşlar Arasında / Le Bonheur des uns… / A friendly tale / Daniel Cohen / Fransa (Antidepresan)
• Possessor / Brandon Cronenberg / Kanada (Dünya Festivallerinden)
• Luzzu / Alex Camilleri / Malta (Genç Ustalar)
• Asla Ağlamam / Jak Najdalej Stad / I Never Cry / Piotr Domalewski / Polonya, İrlanda (Çiçek İstemez)
• Şiddet Tekeli / Un pays qui se tient sage / The Monopoly of Violence / David Dufresne / Fransa (Belgesel Kuşağı)
• Üst Kattakiler / Sentimental / The People Upstairs / Cesc Gay / İspanya (Antidepresan)
• Susmayan Köpek / El Perro que no calla / The Dog Who Wouldn’t Be Quiet / Ana Katz / Arjantin (Dünya Festivallerinden)
• Aşktan Sonra / After Love / Aleem Khan / İngiltere (Genç Ustalar)
• Sevgili Yoldaşlar / Dorogie Tovarishchi! / Dear Comrades! / Andrey Konchalovski / Rusya (Dünya Festivallerinden)
• İki Aşığın Ölümü / The Killing of Two Lovers / Robert Machoian / ABD (Dünya Festivallerinden)
• Düşüş / Falling / Viggo Mortensen / Kanada, İngiltere, Danimarka (Dünya Festivallerinden)
• Gönül İşleri / Les choses qu’on dit, les choses qu’on fait / Love Affair(s) / Emmanuel Mouret / Fransa (Antidepresan)
• Aynalar / Spoguli / In the Mirror / Laila Pakalnina / Letonya, Litvanya (Antidepresan)
• 180 Derece Kuralı / Khate Farzi / 180 Degree Rule / Farnoosh Samadi / İran (Çiçek İstemez)
• Tufan Olmayacak / Tvano Nebus / The Flood Won’t Come / Marat Sargsyan / Litvanya (Genç Ustalar)
• Aalto / Virpi Suutari / Finlandiya / 98’ (Belgesel Kuşağı)
• Sarayın Sessizliği / Les Silences du Palais / The Silences of the Palace / Moufida Tlatli / Tunus (Çiçek İstemez)

Reha Erdem filmi Seni Buldum Ya!’nın Çevrimiçi Galası MUBI’de!

Başarılı yönetmen Reha Erdem’in Zoom üzerinden çektiği kara komedisi Seni Buldum Ya!, yarından itibaren (13.03.2021) MUBI’de gösterime giriyor.

200’e yakın ülkede izlenebilecek filme özel hazırlanan “Çevrimiçi Gala” yarın akşam saat 20:00’de başlayacak.

Gösterim öncesi Muammer Brav’ın sunumuyla gerçekleşecek kırmızı halı seremonisine Reha Erdem’in yanı sıra filmin oyuncuları Serkan Keskin, Nihal Yalçın, Bülent Emin Yarar, Ezgi Mola, Taner Birsel, Tilbe Saran, Esra Bezen Bilgin, Tansu Biçer ve Ecem Uzun katılacak

Gösterimin ardından Reha Erdem’in sinema yazarı Esin Küçüktepepınar’ın sorularını yanıtladığı bir sohbet yayında olacak.

Karantinayı fırsat bilip çevrimiçi bir suç ağı kurmuş iki dolandırıcının yaşadığı trajikomik olayları konu alan film 13 Mart’tan itibaren sadece MUBI’de izlenebilecek.

Film Listeleri Çılgınlığı

Nedense bu siteyi o kadar çok sevdim ki, beni ciddi anlamda harekete geçirdi, düzenli film izleyip listeler yapıp yorumlar yazmaya başladım kısa kısa da olsa. İlk mesleğim olan sinema yazarlığına o kadar uzak hissediyorum ki nicedir, beni kendime getirdi gibi oldu sanki. Beklerim efenim:

https://letterboxd.com/blossomel/films/

Korona Günlerinde Film Aşkı

only lovers left alive

Ne güzel adada film gösterimleri yapıyorduk. Yönetmenler, oyuncular konuğumuz oluyordu, keyifli söyleşiler yapıyorduk. Ne güzel günlermiş. Şimdi insana, birlikteliklere, yakın temasa, sohbete hasret günler yaşıyoruz evimizde. Şahsen benim evde geçirdiğim ve sosyalleşmediğim 20. günüm. Çok nadiren orman yürüyüşleri yapıyorum, iki günde bir de market alışverişi. Onun dışında balkona bile çıkamıyorum, Nisan olmasına rağmen bu ne soğuk, kapalı, kasvetli hava. Adeta, otur oturduğun yerde diyor.

Karantinamızın ilk günlerinden itibaren kitap, film, dizi önerileri uçuştu her yerde. Tabii ki yana yakıla Contagion izleyin dedi bilenler. Beyazperde.com genel yayın yönetmeni iken, lansman gecemizde izletmiştik, başımıza geleceklerden habersiz. Virüs tehlikesini, karantinalı günleri konu alan, hatta birebir Korona’dan bile bahseden filmler, diziler mevcut. Eh. çok da şaşırmamak lazım. Farklı versiyonları ile 60’larda da, 2000’lerin başında da görülmüş bir virüs kendisi. Çoğu filmde geleceğe yönelik öngörüler de olabiliyor ve bizi şaşırtabiliyor zaten. Star Wars hologramları, sanal gerçeklik konularını işleyen eski filmler, Super Mario‘da geçen İkiz Kuleler, 1995’teki The Net filmi, Children of Men, Train to Busan ve benzeri pek çok film.

Bilmiyorum, bunu okuyan sen, evdekal uyarısına uyabilenlerden misin. Yoksa çalışmak zorunda mısın, sağlık sektöründe mi çalışıyorsun, marketlerde mi, bankalarda mı, temizlik sektöründe mi, belediyede mi…

Umarım yine de evde biraz kendine vakit ayırabiliyorsundur. Teknolojiyle ilgili yazılar yazdığım pckoloji.com.tr sitesi benden evdeyken hangi filmleri izleyelim listesi yapmamı istedi.

Neye göre bir liste bu, bilmem? Bir solukta, aklıma gelen filmler. İki belgesel. Bir de ücretsiz Türk filmleri. İşte burada.

Kutu (The Box) Adlı Kısa Filmimizin İlk Özel Gösterimi Kadıköy’de Gerçekleşti

Ekipten ve oyuncularından biri olduğum Çağrı Dörter’in ilk kısa metraj filmi Kutu (The Box)Uluslararası Lift Off Sessions FilmFestivali ve Uluslararası First Time Filmmaker Sessions Film Festivali’nde yarışmak üzere resmi seçkiye katılmaya hak kazandı.

Yaşadıklarından sonra her şeyi bırakıp kimsenin onu bulamayacağı uzak bir köy evine kaçan bir kadının, kapısına dayanan ve elindeki paketleri alması için ısrar eden garip ve gizemli bir postacı tarafından huzurunun kaçırılmasını konu alan Kutu’da, gerilim ve gizem aynı anda artıyor.

The Box (Kutu) filmi, festival süreçleriyle birlikte Türkiye’nin çeşitli yerlerinde özel gösterimlerle de seyircilerle buluşacak. Geçtiğimiz Pazar filmimizin ilk özel gösterimini yaptık. Tüm katılımcılara ve destekçilere teşekkür ediyoruz.

Kutu (The Box) adlı kısa filmimizin fragmanlarına buradan ulaşabilirsiniz. 

Adalar Kültür Derneği’nde Rüzgarın Şarkısı’nı İzledik, Söyleştik

Kibar Dağlayan Yiğit imzalı belgesel Rüzgarın Şarkısı’nı izledik, üzerine uzun ve keyifli bir söyleşi yaptık adadan ve İstanbul’dan izlemeye gelenlerle.