Psikesinema 28. Sayısı Yayında!

Mart- Nisan 2020 Sayısı Bayilerde

Bu sayıda, aynı zamanda Büyükada’dan komşularım olan yönetmen çift Mehmet Bahadır Er ve Maryna Er Gorbac ile son filmleri Omar ve Biz hakkında yaptığım röportaj yer alıyor.

Psikesinema Mart 2020

2008’de ilk filmlerini çektiler: Kara Köpekler Havlarken. 2013’te ise Sev Beni adlı filme imza attılar.

Röportajdan…..

Kara Köpekler Havlarken, bir ilk film olmasına rağmen, adı hafızalara kazınmış, bilinen bir film oldu.

Bahadır: Evet, ben çok seviyorum filmin ruhunu, hala kendi yirmibeş yaşımı görebiliyorum filmde. Amerika’da bir film profesyoneli ile konuşuyorduk son filmimiz Omar ve Biz için, sizi hatırlıyorum, Kara Köpekler Havlarken’i çekmiştiniz diyor, on sene geçmiş, iyi bir kartvizit demek ki.

Maryna: Türkiye’de çok ödül almadı ama yurtdışında bile adını duyurdu galiba evet.

Çektiğiniz üç filme baktığımızda, bir yandan hiç birbirlerini çağrıştırmayan filmler, bir yandan da sosyolojik, ekonomik ve politik konulara değinen filmler. Omar ve Biz’de iki Suriyeli göçmenle komşu olmak durumunda olan emekli bir komutanın evrimini izliyoruz. Herkesin hassas olduğu, işlemesi zor bir konu, nasıl gelişti senaryosu? Gerçek bir hayat hikayesi mi?

Tesadüfen tanıştığımız Pakistan’lı bir göçmenin hikayesinden etkilendik ama onun hayat hikayesi değil…..

5 sayfalık, dolu dolu röportajın devamı Psikesinema Dergisi‘nde.

Basılı dergilere destek olalım.

Büyükada’da Tahtacı Fatma Belgeselini İzledik

suha arin
suha arin

2000 yılında Yeditepe Üniversitesi’nde Radyo TV Sinema Yüksek Lisans yapmaya başladım, yıllar içinde çok kıymetli öğretmenlerim oldu, çoğuyla hala görüşüyorum, Nurçay Türkoğlu hocam, Ayla Kutlu hocam, Tül Akbal Süalp hocam ve niceleri… Çok kıymetli bir öğretmenimizi ise çok erken kaybettik, ancak kalbimizdeki yeri o kadar sonsuz ki. Hem bize öğrettikleriyle, hem babacan, sevgi dolu tavrıyla: Süha Arın. Kendisini Şubat 2004’te kaybettik ne yazık ki.

Yıl olmuş 2020, Büyükada Adalar Kültür Derneği‘ne rahmetlinin çok değerli kardeşi Reha Arın‘ı çağırmak istedim, kıymetli eşleriyle birlikte onurlandırdılar ve 1979 yapımı Tahtacı Fatma adlı ödüllü belgeseli izledik. Yaklaşık 50 kişilik bir katılımla çok keyifli bir izlence oldu, arkasından Reha Arın ile dolu dolu sohbet ettik, izleyebilirsiniz:

Adalar Kültür Derneği’nde Rüzgarın Şarkısı’nı İzledik, Söyleştik

Kibar Dağlayan Yiğit imzalı belgesel Rüzgarın Şarkısı’nı izledik, üzerine uzun ve keyifli bir söyleşi yaptık adadan ve İstanbul’dan izlemeye gelenlerle.

Mahmut Fazıl Coşkun ile Ödüllü Son Filmi Anons’u Konuştuk

Kasım 2018’de sekizincisi gerçekleşmiş olan Malatya Film Festivali’nde ödüller belli olmadan önce merakla izleyip çok beğendiğim Anons filminin yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun ile bir röportaj yapmıştım. Röportaj bu ay Psikesinema Dergisi’nde.


Festivalde Ulusal Uzun Metraj Film ödülünü kazanan “Anons”, ayrıca En İyi Yönetmen Ödülü’nün de sahibi oldu. Maalesef yayınlanacak olan mecrada yayınlanmasında bir sıkıntı oldu, bu yüzden geç olsun güç olmasın diyerek bloguma koymak istedim röportajı, film dünyada farklı festivalleri gezmeye de devam ediyor. İyi okumalar.

2009’da Uzak İhtimal adlı filmi izlediğimde, özellikle o dönem izlediğimiz diğer yerli yapımlardan çok farklı bulduğumu hatırlıyorum. Genç bir müezzinle rahibe olmaya çalışan genç bir Hıristiyan kadının olanaksız aşkını konu alan bu film gerek oyunculuklarıyla, gerek cesur ve farklı konusuyla, en çok melodrama yakın bir atmosfer kurmasına rağmen aralarda hissedilebilen hafif kara mizahi diliyle, karakterlerin derin ruh hallerinin çözümlemeleriyle gerçekten de ayrıksı ve özel bir ilk filmdi. 2013’te Yozgat Blues’u izlediğimde ise ilk başta açıkçası filmi yine bir ilk film sanmıştım ve bağlantıyı sonradan kurduğumda çok mutlu olduğumu hatırlıyorum, artık sonrasında ne yapacak acaba diye merak ettiren yeni bir yönetmen daha vardı Türk sinemasında. Zira Yozgat Blues da çok orijinal bir film. Çok güçlü insan doğası çözümlemeleri var yine, kara mizah dozu artmış vaziyette, oyuncu kadrosu da bir o kadar şahane. Bu sene Malatya Film Festivali’nde Mahmut Fazıl Coşkun’un üçüncü filmi Anons’un yarıştığını gördüğümde oldukça heyecanlandım, heyecanım da yersiz değilmiş; sinematografik açıdan çok daha olgun, kara film tonları eklenmiş, kara mizah dozajı oldukça artmış olan, bu kez bambaşka bir hikayeyi,yine kendine has diliyle anlatan bir yapıma imza atmış Coşkun. 8. Malatya Uluslararası Film Festivali’nden en iyi film dahil 5 ödülle dönen Anons filmiyle ilgili sorularımı yönetmenine Malatya’da ödül töreninden iki gün önce yönelttim.

Üçüncü uzun metraj filminiz Malatya’da yarışıyor. İlk iki filminizle değil de bu filminizle sizi keşfedecek olanlar için kısaca önce sizi tanıyalım, sinema serüveninizi.

Amerika’da okudum, sonra Türkiye’ye geldim ve belgesel yapmaya başladım. 2006-2007 gibi ise ilk uzun metraj filmime hazırlanmaya başladım. 2008 gibi Uzak İhtimal’i çektim, ilk filmim, ardından biraz aradan sonra Yozgat Blues’u çektim. Yine biraz ara verdim ve üçüncü filmim Anons’la buradayım evet.

Yurtdışında sinema mı okumuştunuz?

Ben aslında Türkiye’de elektrik mühendisliği okudum. Ama meslek olarak hiç yapmadım ve sinema yapmak istediğimi anladığımda Amerika’ya gidip sinema okudum. Sonra Türkiye’de master yaptım. Henüz tezimi bitiremeden çalışmaya başladım.

İlk filminiz oldukça değişik konusu, bildik oyuncularıyla ses getiren bir yapım olmuştu. Yurtdışı da gezdi, ödüller de aldı. O süreçten başlayalım mı?

Benim aklıma bir fikir gelmişti, bir hikaye vardı kafamda. Tarık Tufan ve Görkem Yeltan’la paylaştım, senaryoda ben de vardım ama esas onlar daha çok yazdılar, o yüzden senaryoda benim adım geçmez. Bakanlığa başvurduk, kabul edilince çekimler başlamış oldu.

Aslında temposu düşük, izlemeye belki çoğu seyircinin de alışık olmayacağı türden, takip etmesi zor ve konu itibariyle cesur bir filmdi ama kendi seyirci kitlesini buldu diye düşünüyorum.

Evet öyle oldu.

Yozgat Blues’a gelirsek, yine değişik bir film çektiniz, alışılmadık. Bu iki filmde de benzer öğeler, tatlar var diye düşünüyorum, hem dramatik yapıları, hem de kara mizah tonları açısından. Bu yönetmen olarak sizin dilinizi, size ait bir sinemayı da sanki yavaştan oturtan bir tür olmaya başladı diyebilir miyiz? Çünkü Anons’a geldiğimizde onda da aynı şeyi göreceğiz.

Üç filmimde de bir takım akrabalıklar olduğunu ben de düşünüyorum. Bilinçli akrabalıklar değil aslında ama doğal yollardan, bilinçdışından sızan benzerlikler belki. Sanırım mizah dozu her filmimde biraz daha artıyor. Bu da benim hoşuma gidiyor, bunun filmlerime sızması, biraz benim kişiliğimle de ilgili olabilir.

Hayata mizahi yönünden bakmayı mı seversiniz?

Evet, öyle diyebiliriz sanırım.

Üç filminizde de oyunculuklar oldukça öne çıkıyor, kendilerini ispatlamış, bildiğimiz ve sevdiğimiz isimler var genelde, seçimleriniz neye göre oluyor?

Üç filmimde de çok farklı gelişti oyunculuk seçimleri aslında. İlk filmimin döneminde ben çok fazla oyuncu tanımıyordum, bilmiyordum. Tesadüfler, tanışmalar, çok doğal gelişen süreçler oldu. Görkem’le tanışmıştık, onunla çalışalım dedik, Nadir Sarıbacak’ı birisi önerdi mesela, ben hiç tanımıyordum. Zaten aslında o dönem ikisi de çok göz önünde değillerdi.

Evet doğru, ama çok güzel denk gelmiş demek ki çünkü düşündüğümde Uzak İhtimal’de o rolü Nadir Sarıbacak’tan başkası oynamamalı diye düşünüyorum. Sanki ona yazılmış gibi.

Evet, Olgun Şimşek önermişti Nadir’i çok da müteşekkirim ona. Ben de aynı duyguları taşıyorum bu konuda. Sonrasında da çok parladı Nadir. Yozgat Blues’da daha önceden düşünmüştüm Tansu Biçer ve Ayça Damgacı’yı. Onları düşünerek yazıldı senaryo bile diyebilirim. Ercan Kesal, Nadir Sarıbacak sonradan katıldılar. Hele Ercan Kesal çok geç katılmıştır projeye. Anons’ta ise çok farklı bir yol çizdik. Cast direktörü Ezgi Baltaş’tı. Daha kalabalık bir kadro gerekiyordu senaryo açısından. Ben bilinçli olarak çok fazla tanıdığımız, özellikle benim de yakından tanıdığım oyuncular dışında kişiler olsun istedim. O nedenle oyuncu görüşmeleri epey uzun sürdü. Ben ortaya çıkan tüm bu oyuncu ekibiyle ilk defa çalıştım. İçime de sinen bir kadro oldu.

Anons filminin hikayesi ne zaman çıktı, ne zamandır çalışıyorsunuz bu proje üzerinde?

Yozgat Blues bittikten sonra, yani 2013’te başladık üzerine düşünmeye Ercan Kesal ile. Çünkü Ercan Kesal ile hep birşeyler yazalım diye konuşuyorduk. Bu bildiğim, gerçek bir hikayeydi, buna karar verdik ve birlikte yazmaya başladık.

1960’larda yaşanmış gerçek bir darbe girişimini konu alıyorsunuz bu filmde. Fakat bu gerçek hikayeyi belgesel gibi anlatıyor değilsiniz, hatta kurgu olsa dahi, birebir hikayeyi anlatmıyorsunuz, daha önce de dediğimiz gibi burada mizahi dil çok yüksek, neredeyse konunun parodisi diyebileceğimiz kadar hiciv dolu bir film. Bu anlamda da ilk filmlerinizle akrabalıkları olsa da bir yandan da oldukça ayrılıyor. Konuyu bilen bir seyirci olarak, gerçek ve ciddi bir konuyla ilgili bir film izleyeceğim duygusuyla oturup, yandan yandan gülerek ayrılıyoruz salondan. Politik bir konu olsa da bir yandan da değil. Başından beri böyle olmasını mı istediniz?

Gerçekçi bir film olsun, gerçek olaylara bağlı kalalım gibi bir isteğim olmadı hiçbir zaman açıkçası. Bu konuda özgür ve rahat olmak istedim. Fakat ne yazıktır ki, mizah zaten o dönem yaşananların kendisinde de var. O dönem yaşananlarla ilgili anıları falan okuduğunuzda olayın tabiatındaki mizahı görüyorsunuz ister istemez. Çok da özellikle yerleştirdiğimiz durumlar değil. İlham aldık gerçeklerden diye düşünüyorum. 63’teki bu olayı yeniden gündeme getirmek, kim haklıydı kim haksızdı bunu tartışmak gibi bir düşüncem olmadı, başka bir yerden ele aldığım , bana ilham veren bir hikaye oldu. Tırnak içinde politik bir film değil. Ya da darbenin neden ve sonuçları üzerine bir çıkarım değil.

Peki bu konunun araştırması nasıl gelişti?

O dönem yazılmış çok sayıda anı kitabı var. Çok sayıda günlükler var. Hem bu olayları yaşamış subayların anıları, hem de o dönem gazetecilerin bazı yazdıkları var. Çok iyi veriler vardı elimizde ama biz sadece bu olaya odaklanmadık doğrusu. O dönemin biraz da ruhunu anlamak adına pek çok dergi, kitap, gazete karıştırdık, o dönem yazılmış romanlar, çekilmiş filmler, hepsi bizim için bir kaynaktı ve odağımız daha çok dönemdi.

Evet, bir dönem filmi ve bu anlamda da önem verdiğiniz detaylar dikkat çekiyor. Herşeyden önce, film başladığında önce bir film-noir’ın (kara film) içindeyiz adeta, Türk sinemasında örneğine az rastlanır bir tür bu.  Sonrasında da sinemasal anlamda kurduğunuz atmosfer, filmin dokusu da diğer filmlerinizden farklı. Estetik açıdan yani, kullandığınız renkler, kostümler…

O bir bütün tabii. Evet kara mizah ve kara film öğelerini kullanmak elbette baştan düşünülmüş fikirlerdi. Dönem filmi nasıl çekilir’e de çok kafa yorduğum için bunlara özendim. Benim çok da sevdiğim bir tür sinemada kara film ve dönem filmlerine yansımaları. Dolayısıyla bu türde çekilmiş filmlerden de ilham aldık diyebilirim.

İlk iki filminizdeki karakterlerle özdeşleşmemiz daha kolay olmuştu, malum burada ciddi bir konu, askerler var, bu yüzden başta pek özdeşleşme yaşayamadan, sanki robotlarmış gibi yaptıklarını uzaktan izleyip, “eh askerler tabii, normal” duygusuyla izliyoruz. Ama bir süre sonra askerlerin de her birinin farklı kişilik özellikleri ortaya çıkmaya başlıyor, böylelikle karton karakterler de olmamış. Hepsinin psikolojik altyapısı düşünülmüş belli ki, bu konuda ne söylemek istersiniz?

Tabii, hepsinin ayrı karakter özellikleri var. Diğer filmlerimde de deadpan oyunculuk nispeten vardı ama bunda daha bir deadpan oyunculuk var. Duygularını göstermiyorlar, kendileriyle ilgili detay vermiyorlar durum itibariyle, dolayısıyla karakterlerini anlatmak için çok kısıtlı imkanlar var. Öyle bir yerden karakteri hissettirebilmenin de oyunculuk başarısı olduğunu düşünüyorum.

Çekimler, kurgu ne kadar sürdü?

4,5 hafta sürdü çekimler. Kurgusu ise biraz uzun sürdü. Post prodüksiyonu da düşünürsek 1 sene kadar uğraşıldı filmle. Kurgu dönemi aslında biraz senaryo dönemine benzeyen bir dönem. Arada esler verilerek çalışılan. Çünkü biraz soğumanız, yabancılaşmanız ve yeniden bakmanız, kararlar almanız gerekiyor. Bu arada ilginçtir, üç filmimde de çekim sürelerim hep aynı oldu, maksimum 4,5 hafta. Bir de hep aynı aylarda çekilmiş, vizyon tarihleri de hep aynı dönem ve tamamen tesadüf. Filmin süreleri de aşağı yukarı aynı.

(kahkahalar)

Düzenli bir geçmiş var en azından.

Çok düzenli evet, ritmli.

Ekip olarak, sanat yönetimi, görüntü yönetimi gibi daha teknik kısımdaki seçimleri neye göre yapıyorsunuz, neleri öngörerek, kimlerle çalışmayı tercih ediyorsunuz?

Ekip çok önemli, birlikte uzun bir zaman geçiriyorsunuz, önemsiyorum. Anons’ta aynı sanat yönetmeniyle çalıştım, onun dışında ekipteki herkes yeni insanlardı. Bulgaristan ortaklığında olduğu için film, ekibin çoğu oradan. Kamera grubu tamamen Bulgardı mesela. Sesçiler, makyöz Bulgardı. Yapım tasarımcımız da Macardı.  Açıkçası sürprizlere açıktı bu yeni ekip ama çok iyi bir biraradalık meydana gelmişti diye düşünüyorum. Yapımın da burada büyük bir öngörüsü var tabii, biraz da Allah’ın yardımı, şans diyelim. Hem insan olarak, hem de son derece yaratıcı ve akıllı insanlar biraraya gelmişti. İnşallah tekrar bu isimlerle çalışma fırsatım olur.

Anons filmi açılışını Venedik FİLM Festivali’nde yaptı ve ödülle döndünüz. Yurtdışı deneyimleri ve festival deneyimleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Daha önceki filmlerim de yurtdışında gösterildi ve ödül aldı. Filmin açılışının yurtdışında olması önemli tabii, hele ki Venedik şu ana kadar benim gittiğim en büyük festivaldi. Bu filmle giderken, diğer filmlerden farklı olduğu ve ilk kez seyirciyle buluşacağı için biraz gergindim açıkçası, nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı çok da kestiremiyordum. Salon çok kalabalıktı, onlarla birlikte izlemek de gergin bir durum, sonrasında söyleşi falan derken, sıkıntılı bir süreç aslında. Fakat bir o kadar da heyecanlı ve güzel bir süreç, tarif etmesi biraz zor. Ama tepkiler iyiydi, ben filmin karşılık bulduğunu hissettim, anlaşıldığını. Hem Türkiye’de hem yabancı basında çok güzel yazılar da çıktı, bunlar hoşuma gidiyor tabii. Bir yönetmen için daha fazlası da gerekmez memnun olmak için açıkçası.

Malatya nasıl geçiyor, Türkiye’deki festivalleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Malatya Film Festivali’ne üçüncü kez geliyorum. Yozgat Blues yarışmadaydı, jüri olarak da geldiğim oldu. En son 2013’te gelmiştim sanırım ve festivalin çok gelişmiş olduğunu gördüm bu yıl. Film platformunun olması güzel, pek çok kısa filmci görüyorum, oldukça fazla yabancı konuk var, yönetmenler var. Programı da son derece başarılı festivalin. Umut ediyorum ki daha da iyi olsun. Açıkçası ben birşeyin büyümesindense kalitesinin artmasını daha çok önemsiyorum. Türkiye^de festivaller aşırı iddialı ve tekrar eden olaylar yaşıyoruz. Bu tür yaklaşımlardan çok sıkılıyorum açıkçası. Onun yerine, daha mütevazi, daha kimlikli ve kişilikli festivaller gelişebilir ve biz de onlara gelmeye can atarız. Malatya’nın o şekilde gelişeceğine dair bir hava hissediyorum açıkçası, umarım böyle olur.

Anons vizyona girdi, filmleriniz hem vizyonda hem de festivallerde seyircisini buluyor, Türkiye’de genelde bağımsız yapımların vizyonda uzun süre kalması zorlaştı, gişe kaygısı da ister istemez olabiliyor, sizin yaklaşımınız nedir?

Bu konuda çok da fikrim yok açıkçası, daha doğrusu belirli bir strateji ile yaklaşmıyorum, belki de yaklaşmak lazım. Dağıtım, seyirci, tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi pek çok faktör var, bu konuda düşünen, bunu inceleyen ve bu konuda birşeyler söyleyen insanlar var, onları okuyorum ve anlamaya çalışıyorum ama bu biraz da sanki yapımcıların, dağıtımcıların, yani işin daha o tarafında olan insanların meselesi gibi geliyor. Kibirle söylediğim bir şey değil; bir yönetmen olarak benim çok bilmediğim, anlamadığım bir konu. Filmimi yaptıktan ve sunduktan sonrası başka türlü bir pazarlama yolu.

Evet, sizin filmleriniz o anlamda iddiası olmayan, sakin sakin vizyona giren ve çıkan, kendi kitlesini de bulan filmler oldu ama pazarlama demişken mesela Anons’un posteri benim çok ilgimi çekti. Kullanılan renk, fontlar, oldukça dikkat çekici, bunun da filmin pazarlamasına etkisi olduğunu düşünüyorum. Poster fikri kime ait oluyor, o nasıl gelişti Anons’ta?

Afiş tasarımcımız Gül Türkmen, Yozgat Blues filminin afişi de ona aitti. Hem komşuyuz, hem de grafiker. Çok fazla deneme yanılma yaptı, çok fazla çalıştı bu poster üzerinde. Çok versiyonlu çalıştı. Hatta bu afişin aynısının mavisi falan da vardı ama en son bu sarı olanda karar kıldık. Gül’ün çok emeği var.

Bir dönem filmi olarak müzikler bence çok etkiliydi filmde. Ben çok da severek dinledim, soundtrack’i olsa alırım dedim. Müzik seçimleri nasıl oldu, kime aitti?

Tüm müzikler Okan Kaya’ya ait. Okan onları sanki dönem müzikleriymiş gibi yaptı, halbuki hepsi film için yapılmış müzikler. Açıkçası bu da uzun bir çalışmaydı. Askeri marş, filmin tema müziği derken… Okan’a çok teşekkür ederim, nezaketen değil, gerçekten çok çalıştı ve çok değerli bir iş çıkardı. İnsanlar soruyorlar bana bu şarkıyı nerden buldunuz, eski bir şarkı sanıyorlar.

Arigato diye bir şarkı var, orada Görkem Yeltan’ın adını gördüm?

Evet, sözlerini o yazdı.


38. İstanbul Film Festivali Programı Açıklandı, TRT World’de Programdan Bahsettik

 

Bu yıl 5-16 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek 38. İstanbul Film Festivali’nde, neredeyse 200’e yakın uzun ve kısa metraj film; 12 gün boyunca, 19 bölümde 45 ülkeden 187 yönetmenin toplam 186 filmi şeklinde karşımızda olacak.

Festivalin detaylarını TRT WORLD Showcase programında sevgili Elif Bereketli ile kısaca konuştuk (ingilizce)

Bu yılki postere bayıldım. Efsane yönetmen Stanley Kubrick’i ölümünün 20. yıldönümünde özel bir bölümle anacak olan 38. İstanbul Film Festivali, posterinde de Kubrick’in en kült filmlerinden “Otomatik Portakal”daki Alex karakterine gönderme yapıyor. Festivalin poster görselleri ve iletişim tasarımı TBWA\İstanbul ve Berlinli sanatçı, fotoğrafçı, yönetmen ve yazar Sebastian Bieniek işbirliğiyle hazırlanmış.

Festivalin açılış filmi Edmond‘u merak ediyorum doğrusu. 1897’de, şaşaalı Belle Époque döneminde Paris’te geçen film, Edmond Rostand’ın kaleme aldığı ünlü Cyrano de Bergerac’ın gerçek ortaya çıkış hikâyesini anlatıyor. “Edmond”, açılışın ardından festivalin “Galalar”  bölümünde de izleyicilerle buluşacak. Festival kataloğu için tıklayın.

Showcase’de de soruya cevp verdiğim üzere Netflix’in ilk Türk yapımı dizisi ‘Hakan: Muhafız’ın ikinci sezon galasının bu yıl festivalde yapılacak olması çok tartışıldı, elbette şoke eden bir yenilik. Bunun festivalin bir film festivali olması ve dahi bağımsız filmler festivali olması üzerinden böyle bir kararın konsepte uymadığı bir gerçek, bunun maddi çıkarlar adına yapılmış olup festivalin kalitesini bozacağı korkusu hakim, yarın öbür gün Star TV dizilerini de mi festivalde göreceğiz gibi tweetler okuyorum. Benim fikrimse şu, Netflix’in birtakım kuralları baştan yazacağı zaten aşikar. Değişen, gelişen teknoloji, farklı alışkanlıklar ve yaşam şekilleri sunuyor bize, bunlara adapte olmakta sorun yok, ben bir dizinin bir film festivalinde kendine yer bulmasına çok da karşı değilim ama evet festival konseptini bozmaması, kaliteyi düşürmemesi ve kendi çerçevesine sadık kalması koşuluyla bence bu disiplinler birbirini besleyebilir. Değişim çok korkutucu olmamalı, denemeli, görmeli. Bakalım festivalde bu gala nasıl gerçekleşecek, katılımcıların tepkileri nasıl olacak. Gelelim önerilerime.

Uluslararası Yarışma Seçkisi’nde dikkatimi çekenler:

Sınır / Gräns / Border / Ali Abbasi (İsveç, Danimarka)

Kırmızı / Rojo / Benjamin Naishtat (Arjantin, Belçika, Brezilya, Almanya, Fransa, İsviçre)

Dünyanın Sınırında / Les Confins du Monde / To The Ends of the World / Guillaume Nicloux (Fransa, Belçika)

Ulusal Yarışma Seçkisi’nde dikkatimi çekenler:

Nebula / Tarık Aktaş
Kız Kardeşler / Emin Alper
Aden / Barış Atay
Kardeşler / Ömür Atay

Yarışma Dışı Merak Ettiğim Filmler

Son Çıkış / Ramin Matin

Galalar Bölümü’nde Dikkatimi Çekenler

High Life / Claire Denis / Fransa, Almanya, İngiltere, Polonya, ABD
Greta / Neil Jordan / İrlanda, ABD
Gloria Bell / Sebastián Lelio / Şili, ABD
Edmond / Alexis Michalik / Fransa, Belçika
Yüzleşme / Grâce à Dieu / By The Grace of God / François Ozon / Fransa
Yabancıların Nezaketi / The Kindness of Strangers / Lone Scherfig / Danimarka, Kanada, İsveç, Fransa, Almanya, İngiltere

Dünya Festival Seçkisinden Merak Ettiklerim
İmkânsız Aşk / Un amour impossible / An Impossible Love / Catherine Corsini / Fransa, Belçika
Durgun Nehir / Still River / Angelos Frantzis / Yunanistan, Fransa, Letonya
Amanda / Mikhaël Hers / Fransa
Bay Jones / Mr. Jones / Agnieszka Holland / Polonya, Ukrayna, İngiltere
Eşanlamlılar / Synonymes / Synonyms / Nadav Lapid / Fransa, İsrail, Almanya
Peterloo / Mike Leigh / İngiltere
Başlangıçta / Genèse / Genesis / Philippe Lesage / Kanada
Alfa / Alpha, The Right to Kill / Brillante Mendoza / Filipinler
Melek / El Ángel / Luis Ortega / Arjantin, İspanya
Nehir Kıyısındaki Otel / Gangbyun Hotel / Hotel by the River / Hong Sangsoo / Kore
Shadow / Ying / Shadow / Zhang Yimou / Çin, Hong Kong

MUSİKIŞİNAS bölümünden dikkatimi çekenler

Bir Zamanlar Normaldim / I Used to Be Normal: A Boyband Fangirl Story / Jessica Leski / Avustralya, ABD
Leyla Gencer: La Diva Turca / Selçuk Metin
Bugünün Senfonisi / Symphony of Now / Johannes Schaff / Almanya
Saz / Saz – The Key of Trust / Stephan Talneau / Almanya

Nerdesin Aşkım Bölümünden

Sarışın / Un Rubio / The Blonde One / Marco Berger / Arjantin
Vahşi / Sauvage / Camille Vidal-Naquet / Fransa

BAŞYAPIT FABRİKASI: KUBRICK özel bölümünden yenilenmiş halleriyle beyazperdede izlemek istediklerim
Zafer Yolları / Paths of Glory (1957)
Dr. Garipaşk / Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964)
Cinnet / The Shining (1980)
Full Metal Jacket (1987)

Cinemania bölümünde beyazperdede izlemek istediklerim:

Elveda / Goodbye / Tunç Başaran / Türkiye
Halıcı Kız / The Carpetmaker Girl / Muhsin Ertuğrul
İş / Il Posto / Ermanno Olmi / İtalya
Rosemary’nin Bebeği / Rosemary’s Baby / Roman Polanski / ABD
Sıçan Avcısı / Ratcatcher / Lynne Ramsay / İngiltere-Fransa
Şafak Bekçileri / Watchmen of Dawn / Halit Refiğ

Büyükada’da Toprağın Çocukları’nı İzledik

Büyükada’da yazlık sinema günleri sona erdi. Kış ayı boyunca Pazartesi akşamları Cat’fe Cafe’de Başka Sinema’dan ve yerli sinemamızdan çeşitli seçkiler izlemeye ve yönetmenleri konuk etmeye devam ediyor olacağız.

15 Ekim 2018 Pazartesi akşamı, 2012 yapımı Toprağın Çocukları adlı filmi izledik. Filmin yönetmeni arkadaşım Ali Adnan Özgür de aramızdaydı. Köy enstitülerinin kapanışını konu edinen filmle ilgili sorularımızı cevaplayan Ali Adnan Özgür Büyükada’da olmaktan ve ilk filmini bizlerle paylaşmaktan çok mutlu olduğunu da sözlerine ekledi.

Filmi bu linkten yasal olarak izleyebilirsiniz.

Film ekibiyle 2012’de yaptığım röportajı bu linkten okuyabilirsiniz.

 

KIM DONG-HO SÖYLEŞİSİ

 

Bir vizyoner, bir yönetici, bir öncü. Güney Kore sinemasının yüzünü değiştiren isim.  Türkiye ve Güney Kore arasındaki diplomatik ilişkilerin başlamasının 60. Yıldönümü vesilesiyle festival kapsamında  Kim Dong-ho’ya Yaşam Boyu Başarı ödülü verildi. 1996 yılında Busan Film Festivali’ni kuran Kim Dong-ho’ya Malatya’da yabancı basın ataşeliği görevim kapsamında sorularımı yönelttim. Röportajımız filmneweurope sitesinde ingilizce olarak yayınlandı, buradan okuyabilirsiniz, Türkçesi ise aşağıda:

  • 1960’lardan itibaren Güney Kore’de kültür bakanlığında çeşitli pozisyonlarda görev aldınız ve bölgenin kültür sanat  hayatına katkılar sağladınız. 1980’lerden itibaren ise film endüstrisinde yöneticilik yaptınız. 1990’da Eda Busan Film Festivali’ni kurdunuz, NETPAC’in de kurucularından birisiniz.Güney Kore sinemasının dünya çapında tanınmasında büyük katkılarınız var. Bu yıl Türkiye ve Güney Kore arasındki diplomatik ilişkilerin 60. Yıl dönümü vasıtasıyla  7. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde Dostluğun 60 yılı başlıklı bir bölüm var. Siz de bu yılki festivalde yaşam boyu başarı ödülüne layık görüldünüz. Duygularınızı öğrenebilir miyiz?

Bu senenin Türkiye-Güney Kore ilişkilerinin 60. Yılı olması ve  bu yıl 22 yıl önce kurduğum Buran Film Festivali’nden emekli olmam, bu anlamlı ödülü benim için daha da anlamlı kıldı. Çok değerli. Onur duyuyorum.

  • Bir film festivali organize etmenin tüm inceliklerine ve detaylarına hakimsiniz. Dünya çapında pek çok büyük festivalde de yer aldınız. Elbette genel geçer belirli büyük festivallerin hangileri olduğu belli ama sizin deneyimlerinize göre sizin en başarılı bulduğunuz film festivalleri hangileri ve bu başarılarını neye borçlular?

Güzel filmleri özenle seçmek, doğru konukları seçmek, onları en profesyonel biçimde ağırlamak, canlı, dinamik ve geniş bir izleyici kitlesi oluşturabilmek başarılı bir film festivalinin olmazsa olmazları. Cannes ve Berlin Film Festivalleri şüphesiz dünyanın en başarılı festivalleri, kapsayabildikleri geniş çerçeve bunu sağlıyor elbette; hem dünya çapından katılımın genişliği, hem gösterilen filmlerin çeşitliliği bağlamında düşünebiliriz bunu.

 

  • Bir ülkenin kendi filmlerini ve film üreticilerini dünyaya tanıtması için neler yapması gerekir? Özellikle Art house filmlerin kendi izleyicisini bulması için nasıl yollar çizilmeli?

Her şeyden önce, bir ülke kendi sinemasına sahip çıkmalı, sinemaya değer verdiğini göstermelidir, oyuncularına, yönetmenlerine de aynı şekilde. Daha sonra sahip oldukları üretimleri dünyaya sunmak için festivaller organize etmeliler ve dünya çapındaki festivallere katılım göstermeliler, bu alışverişler yaşanmalı. İlk aşamada para kazanmayı amaçlamayan sanat sineması, sadece sanat sinemasıyla ilgilenenlere değil, tüm izleyicilere seslenebilmeyi hedeflemelidir. Gösterim şansı bulmalı ve tüm sinemaseverlere kendisini anlatabilmeli, bir anlamda seyirci “alıştırılmalı”. Belediyeler, valilikler film gösterimlerini desteklemelidir. Önce, gerçekten iyi ve kaliteli filmler kendi ülkelerinde yerini, değerini bulmalı, böylelikle dünyayı dolaşması da daha kolay olur. Bu arada iyi bir filmin önce iyi bir senaryoya sahip olması gerektiğini, ikinci olarak oyuncuların gerçekten iyi olmalarının şart olduğunu ve üçüncü olarak da elbette iyi yönetilmesi gerektiğini eklemek isterim.

  • 22.Busan Film Festivalİ geçtiğimiz ay gerçekleşti. Malatya’da yarışmakta olan Daha filmi Busan’da da gösterim şansı buldu. Festivaldeki ödül kabul konuşmanızda da değindiğiniz üzere Nuri Bilge Ceylan,  Yeşim Ustaoğlu gibi isimler festivalde bulundular. Siz Türk sinemasını da Güney Kore’de tanıtmak için her zaman emek verdiniz. Türk sineması ve Türk yönetmenleri hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Evet, 1996’da kuruldu. Geçen ay 22’si gerçekleşti. Baştan beri amaç Asya’lı yeni yönetmenleri dünyaya tanıtmaktı. Festivalin zamanla gelişen sürecinde çok güzel projelerimiz ve programlarımız oldu. Asya’dan yeni yönetmenler keşfettik ve festivale katılımlarıyla dünyaya açılmalarını sağladık. Yapımcıları da yönetmenleri de her şekilde destekledik, böylelikle projelerinde başarılı oldular. Yapım öncesi süreci de post prodüksiton süreçlerini de destekleyici fonlar oluşturduk. Buna da Asya Proje Pazarı dedik. Asya’da sinema okulları yetersiz olduğundan film yapan ekiplere 3 haftalık ücretsiz eğitimler verdik. Festivalden ders alıp gerçekleştirilmiş filmler Cannes’a davet edildi, bu sebeple pek çok film Asya’dan Busan’a gelip katıldı. Bu şekilde de Asya’nın en önemli film festivali haline geldi Busan.

  • Onur Saylak imzalı Daha bu sene Busan’da gösterildi. Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenler de daha önce festivalinize katılmıştı. Festivalinizde Türk sinemasını her zaman desteklediğinizi biliyoruz. Siz nasıl buluyorsunuz Türk sinemasını?

Kişisel fikrim şu ki, Türk sineması çok başarılı. Çoğu film Türkiye’yi kültürel ve tarihi açıdan çok başarılı bir şekilde anlatıyor aslında. Oyuncular da çok başarılı, bazıları dünya çapında da da tanınıyor. Kalandar Soğuğu filmini özellikle çok beğendim, yönetmeni bence gelecek vadediyor. Dünya çapında gezdiğim festivallerde Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu isimleri de hep kulağıma çalınıyor. Bu yönetmenler ve filmler artık dünya çapında farkedildiler.

7. Malatya Uluslararası Film Festivali Başlıyor

 

Malatya Büyükşehir Belediyesi tarafından, Malatya Valiliği’nin katkılarıyla, 9-16 Kasım 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 7. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde bu sene Yabancı Basın Ataşesi olarak görev alıyorum.

Film New Europe‘un web sitesine festivalin programını tanıtan bir bülten hazırladım, burada yayında.

Daha sonra bu sene festivalin direktörlüğünü üstlenmiş olan sinema yazarı arkadaşım Suat Köçer ile söyleşimiz yayınlandı.

Daha sonra da festivalin program direktörlüğünü üstlenmiş, bu sene birlikte çalışma şansı elde ettiğim değerli sinema yazarı Alin Taşçıyan ile yaptığımız söyleşiye yer verdiler.

Festival süresince günlük hazırlayacağım basın bültenlerine de yer veriyor olacaklar.

Bu sene festivalin programı dopdolu bu arada. Festivalin bu yılki Ulusal Jüri Başkanlığını usta oyuncu Hülya Koçyiğit üstleniyor. Bu sene ilki gerçekleştirilecek olan Malatya Film Platformu’nda da 11-15 Kasım boyunca dört gün devam edecek atölyeler tasarlanmış.