Un beau matin/One Fine Morning/Güzel Bir Sabah

2022 Film Ekimi kapsamında Kadıköy Sineması’nda izleme fırsatı bulduğum Un beau matin/One Fine Morning/Güzel Bir Sabah, Fransız yönetmen Mia Hansen-Løve’ın altıncı uzun metrajı imiş, benim ise izlediğim ikinci filmi.

Sinema kariyerine oyuncu ve ‘Cahiers du cinéma’ dergisinde film eleştirmeni olarak başlayan Hansen-Løve’a ait 2021 yapımı Bergman Island/Bergman Adası filmini izlediğimde kendine has tarzından etkilenmiş ve yönetmenin diğer filmleriyle ilgili minik bir araştırma yaptıysam da başka izleme fırsatı bulamamıştım. Oyunculuğunu çok beğendiğim Lea Seydoux’un yönetmenin bahsetmekte olduğumuz son filminde oynadığını öğrenince bu iki kadının birlikte nasıl bir iş çıkardığını oldukça merak ederek aldım biletimi.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki sadece iki filmini izlemiş olsam da yönetmenin sade ve küçük hikayeleri devleştirebilme yeteneği olduğunu hissediyorum, en azından izlediğim iki filmi de bunu geçiriyor seyirciye bana sorarsanız. Devleştirme derken iki filmde de büyük olaylar, şoke edici gelişmeler, katarsisler gerçekleşmiyor ancak hikayenin etkisi devleşiyor sanki, anlatılan hikayenin kendisinin kağıt üzerindeki naifliğiyle kıyaslandığında.

Güzel Bir Sabah adlı filmin hikayesi Fransa, Paris’te geçiyor. Önce Seydoux’un canlandırdığı Sandra karakteriyle tanışıyoruz. Kendisi başarılı bir mütercim tercüman ve Paris’te 9 yaşlarındaki kızıyla yalnız yaşıyor. Kısacık saçlı, aşırı derecede sade giyinen, makyaj yapmayan, sessiz, uyumlu bir kadın Sandra. Çalışmadığı zamanlarda hasta babasının evine giderek onunla yakından ilgileniyor. Babası Georg herkesin hayranlık ve saygı duyduğu bir felsefe öğretmeniyken zor bir hastalığa yakalanmış. Sandra’nın anne babası zamanında ayrılmışlar ve babası başka bir kadınla evlenmiş. Hastalığı dolayısıyla zihni bulanık olan babanın ağzından düşürmediği tek isim ise yeni eşi. Hastalık durumundan dolayı bir bakımevine yerleşmesi gerektiği kararını ise ailece karar vermek zorunda kalıyorlar, Sandra’nın annesi, annesinin yeni eşi, Sandra’nın kız kardeşi ve eşi, Sandra. O bakımevi senin bu bakımevi benim dolaşıyorlar ve bazı sorunlar yaşandığında hemen yeni bir bakımevine alınıyor yaşlı adam. Babasına düşkün ve hassas Sandra için zor günler…

Sandra çalışmadığı ve babasıyla ilgilenmediği zamanlar ise kızıyla veya tek başına parka gidiyor, yürüyüş yapıyor. Bu yürüyüşlerin birinde kaybettiği eşinin arkadaşlarından Clement ile karşılaşıyor. Bu karşılaşma sonrası Clement ile sık görüşmeye başlıyorlar ve hızlı bir şekilde aralarında bir çekim oluyor ancak Clement’in başka bir şehirde eşi ve çocukları var. Clement ve Sandra’nın yaşadığı aşk ise tutkulu ve gerçek. Clement Sandra’ya karşı hep dürüst oluyor ve ara ara “bu ilişki bu şekilde devam edemez” diyerek eşinin, çocuklarının yanına dönüyor ama daha sonra yine kendini Sandra’ya çekilmiş olarak buluyor.

Sandra hayatının tüm aşamalarında pasif bir tutum sergilemek durumunda kalmış görünüyor. Babası için elinden gelen mücadeleyi verse de onun elinde olmayan durumlar var ve bu onu üzüyor. Clement’e ise vazgeçilmez derecede aşık ancak onun da gelip gitmelerine karşı hiçbir tavır sergileyemiyor, sadece ergenliğe yeni girmiş genç kızlar gibi sevgilisi gelince seviniyor, gidince üzülüyor ve ondan gelecek bir cep telefonu mesajına hasret günler geçiriyor.

Sandra babasının gün geçtikçe hafızasını daha çok yitirmesine, kendisini neredeyse hiç hatırlamamasına, tek sayıkladığı kişinin ikinci eşi olmasına aslında çok içerliyor, kalbi çok kırılıyor. Ancak babasını ziyaret etmeye, onun isteklerini karşılamaya devam ediyor. Kendi hayatını yaşamak adına sınırlarını da koymaya çalışıyor ve bir ölçüde başarabiliyor diyebiliriz.

Aşık olduğu adamın da her şeyi bırakarak ona gelmesini, sadece onun olmasını istiyor elbette ama ailesini bırakamamasını da bir yerde anlıyor ve canı çok yansa da sevdiği adamın bir gün tamamen ona geleceği günü beklemeyi, bu umutla yaşamayı tercih ediyor.

Bu hikayeyle yönetmen bir açıdan bize sevginin bedellerini betimlemeye çalışıyor sanki.  Bizi ne kadar incitse de hayatımızda sevgi olmadan devam edemediğimizi açık ediyor.

Babasının hayatta en çok değer verdiği şey olan kütüphanesi ve yüzlerce kitabını ne yapacaklarını şaşırıyorlar ailece evi boşaltırlarken ve çoğunu ona hayran öğrencilerine vermeye karar veriyorlar. Öğrencileriyle sohbet ederken Sandra bir yerde, babası hala yaşamaktayken bile, onun ruhunu ancak bu kitapların arasında hissedebildiğini, bakımevinde yatmakta olan bedenin sadece bir araç olduğunu, babasını babası yapan şeyin bu kitap seçkisi ve bu bilgiler ışığında yarattığı dünya olduğunu söylüyor. Gerçekten de sevdiğimiz kişilerin sevdiği, kıymet verdiği şeyler onları yaşatmaya devam eden önemli detaylar haline geliyor. Bu noktada film başrole babayı da alıyor, hastalığından dolayı tanıyamadığımız bu adamın sağlığındaki yaşamında kendine ve çevresine kattıklarını müzikler, kitaplar sayesinde biraz da olsa koklamış oluyoruz sanki. Bir gün Sandra babasının günlüğünü buluyor ve günlüğüne hastalığının başlarında yazmış olduklarını okuyor, babası hafızasını yitirmekten korktuğu için kendi hayat hikayesini bir anı kitabı olarak yazmak istediğini not almış ve kitabın adı da: Güzel Bir Sabah olacakmış. Ne yazık ki bu otobiyografik kitap hiçbir zaman yazılamayacak ama fark ediyoruz ki Georg, ailesine, öğrencilerine kattıklarıyla yaşayacak… Yakın bir akrabamın bakımevinde olduğu, hayatta en sevdiğim insan olan anneannemi de yeni kaybettiğimiz bir dönemde bu filmi izlemiş olmamın beni kişisel olarak ayrıca etkilediğini söylemem gerek.

Filmin en büyük artısı ise bu denli duygusal yönü ağır basan, gerçekçi, hayatın içinden konulara rağmen, filmin ambiyansının hafifliği, hafif mizahi bir dille o ağır yükü üzerimizden alışının başarısı. Mekanlar, giysiler, diyaloglar renkli, lezzetli. Gözleriniz yaşlı çıkmıyorsunuz salondan ama filmin etkisi üzerinizde bir süre kalıyor. Seydoux, sevgilisi rolünde Melvil Poupaud ve babası rolünde Pascal Greggory bu gerçekçi hikayeye oyunculuklarıyla çok şey katıyorlar. Güzel Bir Sabah, güzel bir sabah pencereden baktığınızda göreceğiniz bir kuşun size mutluluk vermesi ve rüzgarın sizi üşüterek tedirgin etmesi kadar gerçek ve doğal bir film.

Yazı Sadibey.com sitesinde yayınlanmıştır.

40. İstanbul Film Festivali, 18 Haziran – 4 Temmuz Sinema Salonları Ve Çevrimiçi Gösterimleri

Festival devam ediyor

40. İstanbul Film Festivali18 Haziran – 4 Temmuz arasında yeniden sinema salonlarında izleyicilerle buluşacak. Gösterimler ayrıca çevrimiçinde de sürüyor olacak. Uluslararası Yarışma gösterimleri Atlas 1948 Sineması ve Kadıköy Sineması’nda gerçekleşecek.

Aralarında Uluslararası Yarışma ve festivalin Galalar bölümü filmlerinin de yer aldığı 16 uzun ve 6 kısa metrajlı film, festivalin çevrimiçi gösterim platformu filmonline.iksv.org üzerinde erişime açılacak ve Türkiye’nin her yerinden izlenebilecek.

Festival biletleri passo.com.tr/tr üzerinden ve İKSV ana gişeden 14 Haziran Pazartesi 10.30’da başlayacak İKSV Lale Kart üyelerine yönelik indirimli ön satışların ardından, 17 Haziran Perşembe 10.30’da genel satışa açılıyor.

Detaylı bilgi için burayı tıklayın.

Cannes Film Festivali İlk Kez Temmuz’da! Hem de Karbon Ayak İzi Duyarlı!

May 2011 Cannes Film Festival

2011 – 2015 yılları arasında gerçekleşen Cannes Film Festivallerinde bizzat bulunma şansına erişmiştim. Foto 10 yıl öncesinden. Tarihi boyunca hep Mayıs ayında gerçekleşen festivalde açıkçası havalar oldukça dengesiz, çoğunlukla da rüzgarlı, yağmurlu ve soğuk olurdu. Bir süredir festivale gitmiyorum, bu sene zaten gidemezdim bu sebeple de pek kıskandım: festival bu yıl sıcacık olacak, çünkü Temmuz’da gerçekleşecek ilk kez!

Kader!

6-17 Temmuz 2021 tarihleri arasında festivalde bulunmak istiyorsanız basın ve sektör akreditasyonu için online kapılar açıldı, haberiniz olsun.

Halk katılımı için ise Cannes’da 3 Gün akreditasyonu Nisan’da açılacak.

Normalde her yıl festival nedeniyle Fransız Rivierası, 200 bine yakın turist çekiyor. Festivalin bölge ekonomisine katkısı ise yaklaşık 200 milyon Euro imiş, dudak uçuklatan cinsten.


Festival, geçen yıl salgın sebebiyle gerçekleşememiş, bunun yerine ödüllere aday gösterilen 56 filmin listesi yayımlanmıştı.

Festival bu sene karbon emisyonu azaltımına gidiyor. Festivale akredite olan herkesten yolculukta gerçekleşecek karbon ayakizleri adına 20 euro’luk bir katılım payı alınacak ve toplanan bu katkı payları, yerel, ulusal ve uluslararası Karbon denkleştirme programlarına ödenecek.

39. İstanbul Film Festivali Bir Kısım Seçkiyle Evimize Geliyor

1984’ten bu yana her yıl Nisan’da İstiklal’de, Kadıköy’de festivalin filmlerinin peşinde koşuyorduk. İstanbul Film Festivali, bu yıl COVID-19 salgınından dolayı ileriki bir tarihe ertelenmişti. İzleyicisinden daha fazla uzak kalmak istemeyen festival, 39’uncu yılında festival programı için Cannes, Venedik ve Berlin film festivallerinden seçtiği 15 filmin Türkiye prömiyerlerini 15 ile 29 Mayıs tarihleri arasında internette gerçekleştirmeye karar vermiş.

filmonline.iksv.org adresinden erişilebilen filmleri izlemek için biletler yine aynı site üzerinden alınabiliyor. Bilet alınca filmler 5 gün boyunca kişisel erişime açılacak ve bu süre zarfında bir filmi başlattıktan sonra izlemek için toplam 30 saatimiz olacak. Festivalde olduğu gibi her seansın bilet kapasitesi sınırlı. Filmlere teker teker bilet alınabiliyor veya Toplu Film Paketi satın alarak 15 filmin tamamı daha avantajlı bir fiyatla izlenebiliyor. Türkçe altyazılı olarak yapılacak gösterimlere yalnızca Türkiye’den erişilebiliyor. Biletler bugün (14 Mayıs Perşembe) saat 10.30’da satışa sunuldu.

Eh, bir de böyle deneyelim. Teknolojinin gözünü sevelim.

Not: Bu yıl da bir filmin altyazı çevirisini yapmıştım ancak online seçkide yok kendisi. Kısmet.

Filmler şöyle:

Berlin Alexanderplatz / Burhan Qurbani

20 Yaşında Öleceksin / You Will Die at Twenty / Amjad Abu Alala

Hizmetkârlar / Sluzobníci / Servants / Ivan Ostrochovský

Daha Büyük Bir Dünya / Un monde plus grand / A Bigger World / Fabienne Berthaud

5 Kusursuz Sayıdır / 5 è il numero perfetto / 5 Is the Perfect Number / Igort

Söz Senettir / Es gilt das gesprochene Wort / I was, I am, I will be / İlker Çatak

Davacı / Litigante / Franco Loli

Deniz Mavileşene Dek Yüzmek / Swimming Out Till the Sea Turns Blue / Jia Zhang-ke

Kız Kardeşim / Schwesterlein / My Little Sister / Stéphanie Chuat, Véronique Reymond / İsviçre

Lillian / Andreas Horvath

Söğüt / Vrba / Willow / Milcho Manchevski

1982 / Oualid Mouaness

Walchensee Forever / Janna Ji Wonders

Martin Eden / Pietro Marcello

Küçük Kız / Petite Fille / Little Girl / Sébastien Lifshitz / Fransa

Kısa Film Çekiyoruz: Kutu / The Box

Enjoy watching the first trailer of our short film project “The Box (Kutu)” which we will be sending to international film festivals. Shooting has started in Istanbul and will continue in Bodrum…

Uluslararası film festivallerine gönderilmek üzere çekimlerine Istanbul’da başladığımız ve Bodrum’da devam edeceğimiz “Kutu (The Box)” isimli kısa filmin ilk fragmanı. İyi seyirler…

Yönetmen: Çağrı Dörter

Oyuncular: Ata Özev, Melis Zararsız

24. Gezici Festival, 30 Kasım Cuma Günü Başladı

Ankara Sinema Derneği’nin düzenlediği Gezici Festival dolu salonlara film gösterimleri ve söyleşilerle Ankara’da başladı. Festival, 7-9 Aralık tarihleri arasında Sinop’u, 10-13 Aralık’ta ise Kastamonu’yu ziyaret edecek.

Ankara’daki gösterimler Büyülü Fener Kızılay ve Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılacak. Biletler, Büyülü Fener Sinemaları gişelerinden ve biletinial.com sitesinden satın alınabilir. Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki tüm gösterimler ise ücretsiz.

24. Gezici Festival 7-9 Aralık tarihleri arasında Sinop Belediyesi ve Telvin Sanat Akademi katkılarıyla Halk Eğitim Merkezi’nde! Tüm gösterimler ücretsiz. Ayrıntılı program için >> http://bit.ly/GF2018Sinop

10-13 Aralık tarihleri arasında Kastamonu Üniversitesi Medya ve İletişim Topluluğu katkılarıyla Ahmed Yesevi Konferans Salonu‘nda gerçekleştirilecek 24. Gezici Festival’de tüm gösterimler ücretsiz olacak. Ayrıntılı program için >> http://bit.ly/GF2018Kastamonu 

“18+”, SFFilm Rainin Fonu’ndan Destek Aldı!

Aynı zamanda meslektaşım olan sevgili yönetmen arkadaşım Ceylan Özgün Özçelik’in yeni film projesi “18+”, SFFilm Rainin Fonu’ndan senaryo ve konuk sanatçı desteği aldı.

Radyo ve TV programcılığı, sinema yazarlığı, editörlük ve kısa filmler derken ilk uzun metraj filmi Kaygı‘yı Mayıs 2017’de izlemiştik. 67. Berlin Film Festivali’nde Panorama Special seçkisinde dünya galasını yapan ilk filmi Kaygı, South by Southwest (SXSW) Film Festivali’nde Luna® Gamechanger Ödülü’nü kazanmıştı. Hafıza ve medya temalı psikolojik gerilim Kaygı, Kanada’dan Meksika’ya, Kazakistan’dan İtalya’ya kırktan fazla festivalde gösterilmişti.

Ceylan’ın, bir ailenin üç kuşak kadınlarını anlatan ve bir bayram gecesinde geçen kara komedi ve fantastik türündeki yeni film projesi 18+, 2017’de Köprüde Buluşmalar Proje Geliştirme Atölyesi GeniusPark VFX Ödülü’nün sahibi oldu. Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik, 18+’nın senaryosunu geliştirmek üzere Medienboard Berlin Brandenburg Konuk Sanatçı Programı kapsamında Berlin’e davet edildi. Ekim 2018’de Almanya – Türkiye Ortak Yapım Geliştirme Fonu alan film en son SFFilm Rainin Senaryo Fonu tarafından desteklendi. SFFILM Rainin Fonu ile yönetmen Özçelik, senaryo yazımı desteği kapsamında iki ay San Francisco’da kalacak.

Tebrikler sevgili Ceylan! Başarılarının devamı dileğiyle…

8. Malatya Film Festivali Ödülleri Sahiplerini Buldu

2010’dan beri gelişerek devam etmekte olan Uluslararası Malatya Film Festivali‘ne basın mensubu olarak katıldığım yedinci senemdi benim de. Geçtiğimiz sene çok değerli sinema yazarı Alin Taşçıyan‘la birlikte çalışarak festivalin yabancı basın ataşeliği görevini de üstlenmiştim ve bu kapsamda Film New Europe sitesine İngilizce haberler ve röportajlar hazırlamıştım. Bu sene ise Psikesinema dergisi için röportajlar yapmak ve Ters Ninja için film eleştirileri yapmak üzere festivale katıldım.

Açılış törenine yetişemedim. Cem Yılmaz, Perran Kutman, Şener Şen gibi çok değerli ve kişisel olarak da çok sevdiğim isimler vardı açılışta fakat ne yazık ki hemen dönmüşler. Keşke biraz röportaj, biraz fotoğraf verselerdi. Sağlık olsun yine de gelişleriyle festivale değer kattılar kuşkusuz.

Yedi senedir Mustafa Kemal Atatürk‘ün ölüm yıldönümünde Malatya’dayız. 9 Kasım’daki açılış töreninde hiç değinilmemiş duyduğum kadarıyla, üzüldüm doğrusu.

10 Kasım’da 09.05’te  1 dakika saygı duruşunda bulunup kahvaltıya indim ve sinema yazarı arkadaşlarımla buluştum. O gün programda Atıf Yılmaz’ın 1979 yapımı Ne Olacak Şimdi filminin olduğunu öğrendim ve aşırı mutlu oldum.

İzlediğim ilk film Shin Dongseok imzalı Güney Kore yapımı Son Çocuk/Last Child idi. Çok başarılı bir filmdi, eleştirisini Ters Ninja’ya yazdım, linkten okuyabilirsiniz. Bu filmden çıkar çıkmaz koşa koşa Ne Olacak Şimdi’nin gösterimine yetiştim. Filmi 8 sinema yazarı arkadaş birlikte izledik, Malatya Sanat Merkezi’nin salonunda olduğundan olsa gerek, başka kimse yoktu, kendi aramızda konuşa konuşa ve kahkahalarla gülerek izlediğimiz için mutluyduk ama festival takipçilerinin de mekandan dolayı eksik bilgilendirildiklerini ve kaçırdıklarını düşünüp bir o kadar üzüldük. Hatta Gizem (Ertürk), filmin ardından Cem Yılmaz’ın moderasyonunu yaptığı bir Şener Şen&Perran Kutman söyleşisi güzel olmaz mıydı dediğinde gerçekten de gözümün önüne muhteşem bir etkinlik geldi, umarım ilerde yapılır böyle bir şey, bence harika bir fikir.

Akşam ise Mustafa Karadeniz imzalı Çınar adlı yerli yapımın film gösterimi sonrası moderasyonu bendeydi. Çınar, Kars’ın Sarıkamış bölgesinde yoksulluk içinde yaşayan bir karı kocanın engelli çocuklarıyla yaşadıkları hayatı resmediyor. Kendi hayat hikayesiyle yaşanan başka bir hikayeyi birleştirerek bu hikayeyi çekmeye karar veren Karadeniz, evlerinde dört duvar arasında mahsur kalan engelli gençleri yüreklendirmeyi, inandıkları zaman neler başarabileceklerini gözler önüne sermeyi amaçladığını ifade etti. Bir ilk film olarak küçük hataları olsa da ilgiyle izleten, oyunculuklarıyla, dekoruyla, Sarıkamış’ın coğrafi özelliklerini sinematografik olarak olabileceği en iyi şekilde kullanışıyla umut vaadeden bir ilk film olduğunu düşünüyorum. Mustafa Karadeniz ilk filmini çekmiş olsa da, sektörde yıllardır belgeseller, klipler çeken, yapımcılık yönü de olan, deneyimli bir yönetmen. Çınar başka ülkelerde de gösterilmiş, yolculuğu ve katılacağı festivaller de devam ediyor. 8. Malatya Film Festivali’nde ise film Kemal Sunal Halk Jürisi En İyi Film Ödülü‘ne layık görüldü. Mustafa Karadeniz ile yaptığım röportajı önümüzdeki sayıda Psikesinema‘da okuyabilirsiniz.

Festivallerde bir süredir yapılmaya başlayan, uzun metraj öncesi kısa metraj izleme uygulamasından çok memnunum doğrusu. Bence vizyonda da yapılması gereken bir durum bu. 11 Kasım’da izlediğim ilk film Mahmoud Samir ve Youssef Mehmoud imzalı 15 dakikalık Red Velvet isimli kısa film oldu.

Arkasından festivalde yarışan filmlerden Hollandalı yönetmen David Verbeek imzalı An Impossibly Small Object‘i izledim. Taipei sokaklarında küçük bir kızın fotoğrafını çeken profesyonel bir fotoğrafçıyı canlandıran yönetmenin kendisi, Verbeek de zaten aynı zamanda profesyonel fotoğrafçı. Film Taipei ve Amsterdam’da bize üç farklı hikayeyi anlatıyor, farklı, deneysel, meditatif bir film olduğunu söyleyebilirim. David Verbeek festivale katılamamıştı ama ben ona sorularımı e-posta yoluyla ulaştırdım ve anında cevaplarımı da aldım, kendisine buradan teşekkürlerimi sunarken, bu röportajı da Psikesinema‘da okuyabileceğinizi belirtmiş olayım.

Günün son filmi ise benim için ilk iki filmini hayranlıkla izlediğim için çok merakla ve heyecanla beklediğim Mahmut Fazıl Coşkun‘un filmiydi: Anons. Venedik Film Festivali’nde açılışını yapan film, oradan ödülle dönmüştü. Ama Anons’tan önce Anıl Gündoğan imzalı Hikayeci isimli kısa filmi izledik. Filmin müziklerini de arkadaşım Feridun Emre Dursun yapmış, buradan selamlar ve ellerine sağlık diyelim.

Uzak İhtimal” ve “Yozgat Blues” filmlerinin ödüllü yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun, Anons‘la bu kez 1963 yılının Mayıs ayında yaşanan darbe girişimini kendine has kara mizah diliyle başka bir anlatım haline getirmeyi tercih etmiş. Başrollerini Ali Seçkiner Alıcı, Tarhan Karagöz, Murat Kılıç ve Şencan Güleryüz’ün paylaştığı filmin senaryosunu Mahmut Fazıl Coşkun, Ercan Kesal ile birlikte kaleme almış. Filmden çok keyif aldım, bitsin istemedim açıkçası. Estetik açıdan daha farklı, daha olgun bir Mahmut Fazıl Coşkun filmiyle karşı karşıyayız, bir kara film gibi başladığını da söylemek lazım filmin, bunun yanısıra konu itibariyle de belki daha ciddi gibi gözüküyor diğer filmlerinden ama aslında tam tersi, mizahi yaklaşımı en yüksek olan filmi doğrusu. Anons filmi, Malatya Film Festivali’nde Altın Kayısı’nın sahibi oldu. En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi sanat yönetmenliği, en iyi görüntü yönetmenliği ve SİYAD en iyi film ödülü ANONS’un oldu. Yönetmenle yaptığım röportajı da Psikesinema’da okuyabileceksiniz.

12 Kasım sabahı ise önemli bir gündü: Nuri Bilge Ceylan ile MasterClass. Katılım tabii ki yüksekti, hem basından, hem de halktan çok fazla kişi katıldı etkinliğe. Fakat Master Class, yani ustalık dersi/sınıfı dediğimizde aslında beklenen Nuri Bilge Ceylan gibi alanında yetkin bir isim tarafından, katılımcıların bu alanda beceri kazanmasına yönelik uygulamalar yapılmasıdır. Bizde ise henüz bu ustalık sınıfı denen etkinlik soru cevap söyleşi şeklinden ileriye gidebilmiş değil ve yine öyle oldu. Üstelik maalesef etkinliğin moderasyonunun da (Mehmet Eryılmaz) çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Bir ustalık sınıfında konuşulması gayet basit kaçan, vakit kaybı olan sorular vardı ne yazık ki. Fakat Nuri Bilge Ceylan her soruyu büyük bir samimiyetle yanıtladı, ona lafımız yok 🙂

Özetlemek gerekirse – tabii bu benim kişisel olarak ilgimi çeken kısımları söyleşinin- Nuri Bilge Ceylan çoğu demecinde ifade ettiği gibi yine sinemanın, yönetmenliğin, senaryo yazmanın, oyuncu yönetiminin belirli kurallara sığamayacağından, en azından kendisinin böyle çalışmadığından bahsetti. Hiçbir zaman kendinden emin bir yönetmen ya da insan olmadım, filmin son anına kadar hep kaygılarım, şüphelerim, acabalarım oldu dedi. Bu böyledir, şu şöyledir gibi net yargıları olmadığının altını çizdi sürekli, hiç umulmadık oyunculardan çok farklı performans alabilineceğini, şu an tanıyıp hiç dikkatini çekmeyen birinin yıllar sonra çok dikkatini çekebileceğini, hala okumadığı ve izlemediği ya da çok geç okuyup izlediği için çok pişman olduğu kitap ve filmler olduğunu söyledi. Rus edebiyatından ve sinemasından etkilendiğini her zamanki gibi yineledi. Sinema yapan birinin bir yeri durumu ya da kişiyi anlatırken kendi öznelliğini katmadan anlatamayacağı için, ortaya çıkan sanat eserine dair bütün fikirlerin de doğru olacağını çünkü herkesin kendi gözüyle değerlendirebileceğini, nesnellik içinde sinema yapılamayacağını düşündüğünü söyledi. Bir filmi çekip bitirdikten sonra zihnen çok çok yorgun hissettiğini ve bir daha böyle bir yükün altına girmek istemeyeceğini, sinemayı bırakacağını hissettiren düşüncelere girdiğini, ama daha sonra bir fikrin onu heyecanlandırıp adeta bedenini ele geçirip yine o enerjiyi ona vererek harekete geçirdiğini, aksi takdirde sinema yapılamayacağını söyledi. Beni en çok etkileyen bölüm ise şu oldu, aşağı yukarı şöyle ifade etti kendi yaklaşımını:

İnsan kimselere itiraf edemeyeceği düşünce ya da deneyimlerini film üzerinden bir karaktere yığarak kendini sağaltabilir, sorulsa ben öyle düşünmüyorum ki, karakter öyle düşünüyor diyerek de işin içinden sıyrılabilir, bazen kendimize bile itiraf etmediğimiz düşünce ya da deneyimlerimizi aktarırız film yoluyla. Bu anlamda filmlerim itiraflarımdır elbette ama kendime ait olan düşüncelerimin karşıt görüşlerine genelde suçluluk duymamak için daha da çok ifade hakkı veririm filmlerimde. İnsanın bu itirafları yapması gereklidir, çünkü ancak insan doğasıyla ilgili bilgilere, içimizdeki tüm düşünceleri açığa çıkararak ulaşabiliriz.

Aynı günün akşamı Mani Haghighi imzalı A Dragon Arrives adlı filmi izledim. İran yapımı bu film 1965’te geçiyor. Polisiye ve dram türlerini birleştiren ilginç film, bugünle geçmiş, mitlerle gerçekler arasında dolaşıyor.Yönetmenin beşinci uzun metraj filmi olan A Dragon Arrives, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışmıştı. Estetik ve özgün bir sinema örneği. İran sineması yine muazzam şaşırtıcı.

13 Kasım günü Mahmut Fazıl Coşkun röportajından sonra akşam Aga adlı filmi izleyerek festivali sonlandırdım. Festivalde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen Aga, Milko Lazarov imzalı Bulgar yapımı bir film. Gösterimden sonra yönetmen ve oyuncusu sorularımızı yanıtladı. Rusya Federasyonu’nun beşte birini oluşturan, başkent Moskova’nın 8 bin km. kuzeydoğusunda bulunan, dünyanın en soğuk bölgelerinden Yakutistan’da çekilen filmde bizim daha çok Eskimo diye bildiğimiz Inuit bir çift, zorlu coğrafi koşullarda yaşayan, geleneklerini sürdüren yaşlıca bir karı kocadır. Adeta zamanın ve mekanın olmadığı bir dünyada, yaşamın olduğu tek çadırda yaşayan son iki insanmışçasına çorbalarını etlerini yiyip içen, hayvan avlayıp kürklerinden kendilerine kıyafet yapan Nanook ve Sedna, çok nadir konuşmaktadırlar, birbirlerine hikayeler, rüyalar, geçmişe dair anılar anlatmaktadırlar, şarkılar mırıldanırlar, radyo dinlerler, hallerinden memnun gibidirler. Oğulları ziyarete gelir ve o zaman öğreniriz ki aile geleneklerine karşı çıkan ve aralarının bozulduğu bir kızları vardır, ismi Aga’dır, kızlarına kızgın olsalar da onu merak etmekte, özlemektedirler. Kızlarına kavuşacaklar mıdır, bu hayat şartlarında daha fazla devam edebilecekler midir, çok da fazla anlatmayayım filmi, görsel olarak da, gizemli hikayesiyle de sizi kendine çekeceğinden emin olun bu yapımın.

Buraya kadar okuduysanız, bunlar benim festivaldeki kişisel deneyimlerimdi. Festivalin, organizasyon aksaklıkları zaman zaman olsa da genel anlamda her yıl daha da olgunlaşan bir hal aldığını söylemek lazım. Malatya Film Festivali’nde değerli bulduğum bir başka kısım ise “Festival Geldi – Belki Köye Bir Film Gelir” bölümü. Bu bölüm kapsamında çeşitli ilçelerde çocuklara özel gösterimler gerçekleştiriliyor. Yine sonradan öğrendiğim değerli bir etkinlik de Malatya Huzurevi sakinlerine özel yapılan Milyarder filminin özel gösterimi oldu. Tebrikler.

Gelelim ödüllere:

ULUSAL UZUN METRAJ FİLM YARIŞMASI

En İyi Film Ödülü: “Anons”
En İyi Yönetmen Ödülü: Mahmut Fazıl Coşkun – “Anons”
En İyi Senaryo Ödülü: Abdurrahman Öner – “Aydede”
Kemal Sunal Halk Jürisi En İyi Film Ödülü: “Çınar”
En İyi Kadın Oyuncu Ödülü: Ezgi Mola – “Aydede”
En İyi Erkek Oyuncu Ödülü: Kemal Burak Alper – “Güvercin” / Baran Şükrü Babacan – “Halef”
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü: Banu Fotocan – “Aydede”
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü: Ruhi Sarı – “Güvercin”
En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü: Osman Özcan – “Anons”
En İyi Kurgu Ödülü: Mesut Ulutaş – “Güvercin”
En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü: Krumm Rodrigues – “Anons”
Fahri Kayahan En İyi Müzik Ödülü: Canset Özge Can – “Güvercin”
Umud Vadeden Kadın Oyuncu Ödülü: Şilan Düzbadan – “Dört Köşeli Üçgen”
Umud Vadeden Erkek Oyuncu Ödülü: Bilal Çelik – “Aydede”
SİYAD En İyi Film Ödülü: “Anons”
Ulvi Saran Jüri Özel Ödülü: “Güvercin”
Lütfi Akad En İyi İlk Film Ödülü: “Borç” – Vuslat Saraçoğlu
Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü: “Halef” – Murat Düzgünoğlu

ULUSLARARASI UZUN FİLM YARIŞMASI

En İyi Film Ödülü: “Yük / The Load (Teret)”
Jüri Özel Ödülü: “Aga”

 

ULUSAL KISA FİLM YARIŞMASI

En İyi Kısa Film Ödülü: “Sonsuz”
En İyi 2. Kısa Film Ödülü: “Kimse Elimi Tutmasın”
En İyi 3. Kısa Film Ödülü: “Pantolon”
Jüri Özel Kısa Film Ödülü: “Her Şey Yolunda”

ULUSLARARASI KISA FİLM YARIŞMASI EN İYİ FİLM ÖDÜLÜ: “The Teacher”
TRT ÖN ALIM YAPIM DESTEK ÖDÜLÜ: “Bir Düş Gördüm”
ERTEM EĞİLMEZ AİLE FİLMLERİ YAPIM DESTEK ÖDÜLÜ: “Aralık”
TRT KISA FİLM YAPIM DESTEK ÖDÜLÜ: “Zemberek”, “Kendini Gömen Adam” ve “Kar Kış Kıyamet”
ULUSLARARASI SENARYO GELİŞTİRME DESTEK ÖDÜLÜ: “Bir Tutam Karanfil”, “Qurd (Kurt)” ve “Zamanımızın Bir Kahramanı”

Tüm kazananları tebrik ederiz.

 

 

 

 

 

Tolga Karaçelik Varşova’ya gidiyor!

34. Warszawski Miedzynarodowy Festiwal Filmowy / Warsaw Film Festival 2018
foto http://www.RafalNowak.com

Her biri çok sayıda ödül kazanan ve bana sorarsanız her biri birbirinden başarılı ve farklı işler olan “Gişe Memuru”, “Sarmaşık” ve “Kelebekler” filmlerinin genç yönetmeni Tolga Karaçelik, dünyanın en önemli film festivallerinden biri olan 34. Varşova Film Festivali’nde jüri koltuğunda oturuyor.

Kelebekler, 34. Varşova Film Festivali’nin özel bölümünde gösteriliyor. Her üç gösteriminin de biletleri iki gün içerisinde tükenen film, böylece bir festival rekoru kırmış oldu.

Kelebekler filminin eleştirisi için tıklayın

17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin Posteri Belli Oldu

Bu yıl “Hayat Var!” temasıyla yola çıkacak festival,  hayatın farklı renkler, sesler ve hikâyelerle var olduğunu gösteren, kanıtlayan bakışların ve hayatların peşine düşüyor imiş.

Festival programı yarınki basın toplantısından sonra, 10:30’dan itibaren ifistanbul.com‘da yayında olacak imiş, duyurulur.