Geçtiğimiz ay, Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak filminin basın gösterimi sonrası, tüm başrol oyuncuları ve yönetmen ile birlikte bir yemek etkinliğine katılmıştık. Değerli isim Claudia Cardinale’nin de aramızda olmasından ötürü basının ilgisi büyüktü, o yüzden o ortamda ekiple fazla bir sohbet imkanımız olamadı.
Geçtiğimiz hafta sonu ise, 18 Şubat 2011’de ülkemizde vizyona giren Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak filminin imza ve söyleşi etkinliği vardı ve biz de beyazperde.com ekibi olarak yine oradaydık. Yönetmen Ali İlhan ve oyuncular Teoman Kumbaracıbaşı, Nilay Cennetkuşu ve Levent Can, filmin afişlerini etkinlik katılımcıları için imzalarken, sohbet Teoman Kumbaracıbaşı ile katılımcı bir arkadaşımız arasında hararetli bir biçimde başladı. Tatlı oğlu Deniz ile birlikte vakit geçirmek için aramızdan erken ayrılmak zorunda kalan Teoman Kumbaracıbaşı ile Beyazperde için birebir sohbet edemedik, bu yüzden o gün konuşulan konulardan en çok aklımızda kalan kısmı sizlerle paylaştıktan sonra filmin diğer isimleriyle yaptığımız söyleşiyi ekliyoruz devamına:
Teoman Kumbaracıbaşı: Bizim maalesef dünya çapında yönetmenimiz yok. Semih Kaplanoğlu ve Nuri Bilge Ceylan’ı sayabiliriz aslında dünya çapında yönetmenlerimiz olarak ama onun dışında maalesef yok.
Katılımcı: Fatih Akın ve Ferzan Özpetek?
Teoman Kumbaracıbaşı: Onlar bu ülkenin parasıyla film çeken yönetmenler değiller ki…
Katılımcı: Ama Türkler onlar da?
Teoman Kumbaracıbaşı: Japonya’dan Güney Amerika’ya kadar bilinen yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’dır, bu yüzden dünya çapında bir yönetmendir.
Ali İlhan: Dünyanın herhangi bir yerinde Soul Kitchen afişini görüyorsam ben, asıl o dünya çapında olmuştur bence.
Katılımcı: Nuri Bilge Ceylan kendi hikayesini anlatıyor, evrensel bir hikaye anlatmıyor ki. Yurtdışında aldığı ödül mü kıstas?
Teoman Kumbaracıbaşı: O zaman Kurusawa’nın Rashomon’u da evrensel değil demek lazım.
Katılımcı: Dünya çapında iş yapıyorsa evrensel dil kullanması lazım her şeyden önce.
Teoman Kumbaracıbaşı: Burada gayri samimi bir cümle var, bir şeyin evrensel olması için çabalamazsınız, bir şey ya evrenseldir ya da değildir. Siz onu örgütleyemezsiniz. Sizin içinizdeki hikaye evrenselse, dünya çapında olursunuz zaten. Nuri Bilge’nin başarısı da orada, evrensel olmaya çalışmıyor. O bir proje değildir. Meseleyi dünya çapında olmak için projelendiren yazarlarla filan karıştırmamak lazım. Evrensellik birisinin tahakkümünde olan bir mesele değildir. Nesnel bir formülü olamaz. Çanakkale’deki küçücük bir hikaye de evrensel bir hikaye olabilir. Bir filmin çok iyi olması farklı bir konudur. Bir filmin iyi olduğunu kim söyleyecek? Kişisel, ülke bazında ve dünya bazında başarılı işleri birbirine karıştırmayalım. Öğrencilere söyleyeceğim de şudur. Film çekmek ciddi bir iştir. “20 milyar buldum film çekeyim”. Yurtdışı senaryolarda 20 milyar, “para bulma parası” olarak geçer. Kısa film kafalarından çıkın ve kendi paralarınızı da batırmayın film çekeceğim diye. Ayrıca eminim burada herkes ya oyuncu ya da yönetmen olmak istiyor. Burada time-code tutmak isteyen kimse yok mesela. Bizde beşinci asistan dört olmak istiyor, dört üç olmak istiyor, üç yönetmen yardımcısı olmak istiyor, yönetmen yardımcısı ise yönetmen olmak istiyor. Bunlar birbirlerine basamak değildir. Bunlar başlı başına birer meslektir. Sanat yönetmenliği, görüntü yönetmenliği olmak başlı başına birer meslektir. Bu bir eğitim ve kültür meselesidir. Yurtdışında çekilen bazı filmlere bakın, time-code’cu kişi 60 yaşında ve 40 yıl boyunca bu işi yapmış. Yaptığı iş kolay iş değildir ve bir meslektir.
Ali İlhan ve Oyuncular İle Röportaj
Sondan başlayalım. Şu andaki durumdan memnun musunuz? Heyecanla bu işe başladınız, vizyona gireli iki hafta oldu, neler düşünüyorsunuz?
Ali İlhan: Aslında çok memnunum ama sürecin uzaması biraz can sıkmıştı. Oyuncularımı da beni de yordu ama sonuçtan hepimiz memnunuz. Claudia Cardinale’nin filmi beğenmesi hatta kızının annesine uzun zamandır böyle iyi bir film yaptığını görmemiştim demiş olması bizim için mutluluk verici detaylar. Şu an bir süreçteyiz, gemiyi denize bıraktık, geminin nasıl gittiğini zaman içinde göreceğiz. Farklı farklı limanlara uğrayacak, farklı farklı festivaller gezecek biz de onu yalnız bırakmayacağız.
Şu an belli mi festivaller?
Şu an Cannes Film Festivali’nden haber bekliyoruz. Diğer tüm dünya festivallerine de yollayacağız.
Peki, başa dönelim. İtalya’da bu serüven nasıl başladı? İtalya’da yaşlı bir kadının evinde kaldığınız bir deneyim olmuş ve oradan çıkmış diye okudum basında?
O yanlış anlaşıldı biraz. Altı sene önce İtalya Verona’ya, Ennio Morricone konseri için gitmiştim. Güzergahımda da Sinyora Enrica diye bir kadının yanında kaldım. Bir yılbaşı arifesinde birlikte bir öğlen yemeği yemiştik ve ben bir fotoğraf çekmiştim orada. Günlerden bir gün fotoğraflara bakarken bu fotoğrafa geri döndüm ve yaklaşık on dakika boyunca bakakaldım. Bundan harika bir film olabilir dedim, bana ilham veren bir fotoğraf oldu. İsmi de belirdi o an aklımda filmin. O dakikalarda bir film doğdu aslında. Rimini’de yaşarken altı ay boyunca hikayeyi düşündüm kurguladım kafamda.
İtalya’ya gitme maceranız nedir?
Ben biraz deliyim, kafama esen her şeyi yaparım. Bu hikayeyi bulduktan sonra bu filmi çekmek için Rimini’ye yerleştim. Çok da komplike bir şey değil aslında.
Ama demek ki kafanızda bu hikaye direkt olarak İtalya’da geçecek şeklinde yer aldı ve orada ilerlemek istediniz öyle mi?
E tabii, kültürel çatışmaları benzerlikleri anlatmak isterken, o dile o kültüre hakim olmak lazım. Bu yüzden oraya yerleştim ve adapte olmak istedim.
Oyuncuların çoğu Türk olmasına ve İtalyanca bilmemelerine rağmen filmde İtalyan’ı canlandırdılar ve/veya İtalyanca konuştular. Filmi izleyenler tüm oyuncuların İtalyanca bildiğini hatta bazı Türk oyuncuların İtalyan olduklarını sandılar. Bu konuda oyuncularınızı nasıl motive ettiniz? Nasıl bir hazırlık süreci oldu?
Bu konuda oyuncularım oldukça büyük bir çaba sarfettiler ve büyük başarı sergilediler. Çoğu kişinin cesaret edemeyeceği rollerin üstünden hakkıyla geldiler. Teoman Kumbaracıbaşı ve Levent Can ezber yoluyla bu işi yerine getirdiler ve sinemadan herkes onların İtalyan olduğunu düşünerek çıktı gerçekten. Nilay Cennetkuşu’nun ise rol itibariyle dile daha çok hakim olması gerekiyordu. Bu yüzden üç ay İtalya’da yaşadı o.
O zaman bu tecrübeyi sizden dinleyelim…
Nilay Cennetkuşu: Rahibe rolü için İtalya’da manastırda, kilisedeydim bu sürede. Rahibelerle zaman geçirdim, oldukça ilginç bir hazırlık süreciydi. Orası çok farklı bir deneyim oldu benim için. Arkadaşlarım bile çok şaşırdı rahibe rolünü oynayacağımı duyunca.
İtalyancanız için…?
Nilay Cennetkuşu: 3 ay İtalya’da kaldım ama bakltım daha konuşamıyorum istediğim gibi. Herhalde konuşamayacağım, mümkün olmayacak derken, sonra bir başladı ve gerisi geldi. Çünkü karakterin yapısından dolayı da, en akıcı konuşması gereken o. O inandırıcılığı yakalamaya mecburdum yani, başka bir şansım yoktu. Aslında Rimini’yi Türkleştirdim ben biraz.
(Kahkahalar)
Ali de biliyor. Türkçe şarkılar, oryantaller öğrettim okuldaki kişilere, kahve yapmayı fal bakmayı bile öğrettim, eğlenceli ve güzel geçti. Özel bir deneyimdi benim için. Bir de dil öğrenmiş oldum, güzel de konuşuyorum doğrusu. Geliştirebilirsem daha iyi olur tabii.
Ali İlhan: Claudia Cardinale uçakta Nilay’ın çok başarılı bir oyuncu olduğunu söyledi, bunu da hatırlatmak isterim. Basın yazmadı, uçakta olan bir olay bu.
Evet basında bu çıkmamıştı ama genel anlamda oyuncuların hepsini çok başarılı bulmuş ki bunu böyle bir kişiden duymak da çok önemli bence. Levent Bey sizin için nasıl bir tecrübeydi?
Levent Can: Benim için hem keyifli hem de değişik bir tecrübeydi. Hiç yabancı birini canlandırmamıştım daha önce. Çekimlere başlamadan on gün önce beni buldular. Ali bana “kasma kendini” dedi. Dublaj yapılacak üstüne dedi. Baktım on tane repliğim var. Yok dedim, her gün post-it’e bir cümle yazıp cebime koyuyordum, aklıma geldikçe çıkarıp okuyup ezber yapıyordum. Ama tabii olay sadece ezber değil. Yoksa Shakespeare’nin dediği gibi “mısralarımı şehrin tellalına okurum daha iyi” der ya.. Onun gibi bir şey..
Tabii ki önemli olan oyunculuk. Peki filmi sonradan izlediğinizde nasıl buldunuz?
Kendimi göremedim filmde? Yönetmene yapmış olduğum hiçbir tavsiye de hayata geçmemiş.
(Gülüşmeler)
Sitemler, sitemler yani öyle mi?
Ali İlhan: Olur mu, film senin üstüne. Sinyora Enrica aslında herkesi sana benzetmeye çalışıyor.
Levent Can: Benzemez kimse bana!
(Kahkahalar)
Film çekilirken İtalya’da yaşadığınız değişik anılarınız var mı?
Levent Can: Ben anlatayım. Bu insanlar Avrupalı insanlar, saatli. Belli bir saatin üstüne çıkmıyorlar, sistemliler, her şey programlı. Şimdi Ali kadının yakın planını çekiyor, bu arada kadrajın altından bir set asistanı koşturuyor. Kadın oynarken bir bakıyor çocuğun teki koşturuyor eğiliyor filan. Kadın üçüncü gün alıştı artık haa sizde böyle demek ki dedi ve uyum sağladı bize.
Ali İlhan: Zaman aldı ama.
Peki nasıldı böyle büyük bir isimle çalışmak?
Ali İlhan: İnanılmaz. Onunla aynı uçağa bile binseniz herhalde hayatınız boyunca torunlarınıza kadar bunu anlatırsınız ve düşünün ki onu yönetiyorsunuz filminizde. Hayatım boyunca unutulmayacak, olağanüstü bir deneyimdi tabii. Ulaşabileceğim Everest noktalarından biri. Muhteşem bir kadın. İnanılmaz alçakgönüllü. Çok iyi bir oyuncu. Yönetmenin işine asla karışmayan bir oyuncu. Biz Adını Sen Koy filminin galasına gitmiştik, orada ona dedim ki üç haftadır setteyiz, bir ay oldu neredeyse birlikte çalışıyoruz ve sen bana bir kere bile neyi nasıl yapacağımı, öneri olarak bile söylemedin dedim. O da çok şık ve kısa bir cevap verdi. Sen beni bir yönetmen olarak çağırdın, ben de bir oyuncu olarak geldim hepsi bu dedi. Bir sahnede Ekin garajda sinema kitabına bakıyor, Enrica da süslenmiş, bigudiler var kafasında, geliyor, orada Marlon Brando ve Henry Fonda var. Marlon Brando, Claudia Cardinale’nin ilk aşık olduğu insan ve Marlon Brando ona devamlı kur yapmış, otel odalarında kapıları yumruklamış vs bir sürü hikayeleri var. Henry Fonda da Bir Zamanlar Batıda filminde başrolü paylaştığı kişi. Dedim ki filmde, o kitabın sayfasında Henry Fonda’yı mı görmek istersiniz yoksa Marlon Brando’yu mu dedim. Ali sen nasıl istiyorsan o olsun dedi. On kere tekarladım, istiyordum ki bir şeyi de o söylesin. Yok on keresinde de sen karar ver deyince ilk aşık olduğu adamı, Marlon Brando’yu tercih ettim ben de. Çok mütevazi ve inanılmaz bir kadın.
Onunla bir araya gelme süreci nasıl yaşandı, kabul edeceğini biliyor muydunuz, ne hissediyordunuz?
Ali İlhan: Açıkçası Sophia Loren’e de teklif götürmüştük ama o zaman Federico Fellini’nin yeni projesi vardı onu çekeceklerdi, o yüzden olmadı. Bense içimden Claudia Cardinale’yi istiyordum. Ön prensipte ikisiyle de anlaşıldı. Benim bir sabah penceremden inanılmaz bir güneş geliyordu. O an o kadar değişik bir sinerjiyle onun evet diyeceğinden emin oldum ki… İki hafta sonra menejeri aradı, ön prensipte okeyiz ama ilk filmini çekecek bu yönetmeni görmek istiyorum demiş Claudia Cardinale, bu yüzden Paris’e gittim, yarım saat konuştuk ve anlaştık. Onunla bir cafede buluşma anı bile çok heyecanlıydı. Ömür boyu o anı da unutamam.
Bundan sonraki projeler nedir?
Clementine adlı çizgi filmin uyarlaması bir film var şu an aklımda.
Nasıl animasyon bir film mi?
Hayır, tamamen kurgusal. Onun dışında Cips Kola Özel filmi var o da bir romantik komedi olacak. Bunun dışında Kevin Kline filmi izlemiş ve bu genç yönetmenle ben de çalışmak isterim demiş. Yeniden Beni Sev diye bir hikayem var, orada Kevin Kline, Lavinia Longhi ve Claudia Cardinale’nin oynayacağı bir film olacak.
Hep yabancı/Türk ortak yapımlar mı olacak?
Cips Kola Özel, Türk yapımı olacak. Clementine yabancı ortak, Yeniden Sev Beni de aynı şekilde.
Bu projeler bu şekilde ilerleyecek yani.
Kuklacı, Pastacı, Patlayan Şekerler, çok hikayem var benim. Ama yazacak insan yok.
Kısa filme bakış açınız nedir? Bir basamak mıdır uzun film için yoksa başlı başına başka bir iş midir?
Sadece kısa film çeken çok yönetmen var, saygıyla eğiliyorum karşılarında ama açıkçası benim için aynaya bakmaktı kısa film. Bir basamaktı, kendimi görmek adına, ben yönetmen olabilir miyim, çektiğim filmler insanların üzerinde nasıl etkiler bırakır diye denediğim bir süreçti kısa film çekme sürecim.
Benimsinemalarım.com sizin projeniz. Orada kısa filmlerinizi yayınlayıp sonra sizin gibi uzun film çekmiş kişiler var mıdır acaba? Nasıl bakıyorsunuz o oluşuma?
Var tabii, orada kısa filmleri yayınlanmış ve sonra uzun film çekmiş yönetmenler var. Ozan Açıktan var, Marlis adlı kısa filmin yönetmeni,Çok Film Hareketler Bunlar’ı çekti. Biray Dalkıran var, Cennet’i çekti, Cehennem 3D’yi çekti. Tan Tolga Demirci var sürrealist bir yönetmen, Gomeda’yı çekti. Selçuk Aydemir var Çalgı Çengi’yi çekti. Biz aslında 2005-2006-2007 döneminde çok güzel bir sinerji yakalamıştık orada. O zaman böyle siteler yoktu hiç ve biz sürekli buluşmalar yapıyorduk, birlikte kısa filmler çekiyorduk. Tekrar şarj ettik insanları bu konuda. Murat Serezli mesela benimsinemalarim.com’da kısa filmlerde oynadı vs ve daha fazlasını yapmalıyım diyerek devam etti.
Levent Bey sizin projeler nedir yakın zamanda? Şu an Ezel devam ediyor?
Levent Can: Şu an dizi devam ediyor, sezon sonuna kadar devam edecek. Tiyatro da sezon sonuna kadar devam edecek. Önümüzdeki ay vizyona girecek başka bir sinema filmi var. Ondan sonra vizyona girecek başka bir film daha var, o sinemada ilk başrolüm olacak, Nisan’da sanırım vizyonda olacak, Yılanlar ve Güvercinler isminde bir proje o. Giray Besen adlı yönetmenin ilk filmi. Bunun dışında benim bir kukla tiyatrosu projem var. Gene kendi yazdığım bir sinema filmi hikâyem var. 29 Ekim’e bu kukla projesini yetiştirmeye çalışıyorum şu sıralar, buraya bile oradan geldim.
Marmara güzel sanatlar öğrencileri: Projelerimiz için ekipman bulamıyoruz, Jimmy jip olsun kamera olsun. Sinema öğrencilerine destek olan kurumlar olsa bu konuda çok iyi olur.
Levent Can: Ben de kısa film çeken öğrencilere bir şey söylemek istiyorum. Kısa film elbette az bütçelerle yapılan filmlerdir ama teknik ekipmana gelince bir şekilde bütçe bulmaya çalışılıyor da, iş oyunculara gelince bütçemiz yok deniyor ve gönüllü olarak çalışmaları bekleniyor. Elbette bu bir gönül işidir, ben de onlarca kısa filmde seve seve rol aldım ama orada oyuncunun da gönlünü almak için, çok sembolik bir ücret ödenmeli diye düşünüyorum. Yoksa hiçbir oyuncu bunun derdinde değil elbet oradan gelecek bir para anlamında değil. Kısa filminiz için profesyonel bir oyuncuya ulaştıysanız onu onore etmek adına bir mebla ödenmeli diye düşünüyorum. O sete giden oyuncu, sette teknik bir şeylere para harcandığını gördüğünde, benim mesleğim neden es geçiliyor diye düşünüyor.
Hepinize bu keyifli sohbet için teşekkürler.
Röportaj: Melis Zararsız
Fotoğraflar: Emre Saltık, Duygu Kocabaylıoğlu