Son Zamanların En İyi Türk Filmlerinden: Kelebekler

Daha önce 6 kısa film yazıp çekmiş olan Tolga Karaçelik’in üçüncü uzun metraj filmi de bu Cuma ülkemizde nihayet vizyonda. Nihayet diyorum çünkü Kelebekler filmi tamamlandıktan sonra dünyanın en prestijli festivallerinden biri olan ve bu yıl 32.si düzenlenen Sundance Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştirmişti. Orada izleyenlerin büyük beğenisiyle karşılanan film, 27 Ocak’ta gerçekleşen ödül töreninde de, ‘En İyi Film’ ödülüne layık görülmüştü. Bu arada filmin senaryosu Antalya Film Forum’da ilk yolculuğuna çıkmış, 2015 Kurmaca Pitching Platformu’nun kazananı ve geçtiğimiz yıl Work in Progress Platformu’nun finalisti olmuştu. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise filme destek vermemişti.

 

Dolayısıyla filmi o kadar büyük merakla bekliyoruz ki uzun süredir.

 

Fakat merakımızın büyüklüğünün tek sebebi yukarda bahsettiğimiz sebepler değil açıkçası. Tolga Karaçelik; Gişe Memuru ve Sarmaşık isimli filmleriyle takibe aldığımız yönetmenlerden olmuştu çoktan. Bir gişe memurunun özel hayatı üzerinden toplum eleştirisi yaparken bir taraftan kişisel, psikolojik katmanlara girebilen, bir taraftan hikayesine fantastik/absürd öğeler katmaktan çekinmeyen, temposu ağır olsa da izleyiciyi şaşırtan, nev-i şahsına münhasır bir ilk filmdi Gişe Memuru. İzlemesi çok kolay bir film değildi açıkçası çünkü gişe memurunun yaşadığı sıkıntılı hayatın ağırlığını seyirciye de geçirmek istemişti belli ki Karaçelik. Kabus gibi çökse de merakla izleten, tuhaf bir filmdi doğrusu. Bir ilk film olarak teknik açıdan tertemiz, oyuncu seçimleri açısından çok başarılıydı. Sarmaşık ise birden bire çıtayı çok yükseğe çıkarttı açıkçası. Sinematografisiyle, oyuncu yönetimiyle, müzikleriyle, olay örgüsünün olgunluğuyla, yılın en iyi filmlerinden biriydi, neredeyse bir başyapıttı Sarmaşık. Çok gerçekçi bir hikaye ve çok gerçekçi bir anlatım dilinin içine yine fantastik öğeler katmaktan da çekinmemişti yönetmen ve bu ikisinin harmanlanması kadar zor bir işi büyük başarıyla kotarmıştı.

Kelebekler’e gelelim artık. Neredeyse diyemeyeceğim, tamamen bir başyapıt bana göre bu film Türk sinemasında.

Yazının devamı Mynet Sinema’da

Mynet Sinema

Beyazperde.com Mynet’e aitken, 2006 yılının sonunda part time editör olarak işe girmiştim. Rahmetli Bige Akdeniz genel yayın yönetmeni, sevgili arkadaşım Serdar Kökçeoğlu ise haber editörüydü. Onların sayesinde bu meslekteki ilk acemiliklerimi o dönem attım. Bir süre ayrılmıştım Mynet’ten. Binrota diye bir gezi sitesinin editörlüğüne geçmiştim. Sonra Mynet geri çağırmıştı beni beyazperde için. Bir süre sonra ise Fransız şirket Allociné, Beyazperde’yi Mynet’ten satın alınca ben de Allociné ile çalışmaya başlamıştım. Yıl 2010’du. Sitenin genel yayın yönetmeni olmuştum. Mynet’ten bir süre sonra tamamen ayrıldı Beyazperde. Editörlerimi, stajyerlerimi seçtim, ekibimi kurdum. Daha sonra pazarlama müdürü Yalçın Parmaksız’ın da aramıza katılmasıyla Beyazperde’yi kocaman bir web sitesi haline getirdik.

2015’te özel sebeplerden ayrılmak istedim Beyazperde’den. O günden beri freelance olarak devam ediyorum sinema içerik editörlüğüne, çevirmenliğe, yazarlığa. Şubat ayı itibariyle ise, Beyazperde’den ayrıldıktan sonra sayfalarını değiştirerek sinema.mynet.com domain adı ile hayatına devam etmekte olan Mynet Sinema sitesinin freelance editörlüğünü yapıyorum. Mynet’e hep bir geri dönüş oluyor 🙂

Şubat 2018 itibariyle yaptığım ve yapacağım sinema haberlerine bu linkten ulaşabilirsiniz.

37. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Yine Çevirmen ve Launcher İdim

37. İstanbul Film Festivali – 218 yönetmenin 198 filmi, 6-17 Nisan arasında Türkiye’nin en büyük film festivalinde gösterildi.  MARLINA THE MURDERER IN FOUR ACTS (puanım 8/10) adlı filmin altyazı çevirisini yaptım. Başka 5 filmin de altyazılarını gösterim esnasında beyazperdeye gönderdim, yani launcher’lık yaptım. Böylelikle festivalde toplamda 6 film izlemiş oldum. Şansıma hepsi de birbirinden iyi filmlerdi:

KÖPEK
Yönetmen: Samuel Benchétrit

Puanım 7/10

AVA
Yönetmen: Léa Mysius

Puanım 9/10

STYX
Yönetmen: Wolfgang Fische

Puanım 8/10

DÜĞÜNÜMÜZ VAR
Yönetmenler: Olivier Nakache, Eric Toledano

Puanım 9/10

MİRASÇILAR
Yönetmen: Marcelo Martinessi

Puanım 5/10

Festivalin kazananları haberde

Kaybedenler Kulübü Yolda

Doksanların sonunda bendeniz üniversite öğrencisi iken Kent FM’de yayınlanan bir radyo programı dinliyordum. O zamanlar çevremde kimse bilmiyordu bu programı, ben de herkese söylemiyordum dinlediğimi açıkçası, çünkü bu programı yapanlar biraz “edepsiz” adamlardı ve çok alışılmışın dışında bir dille sunuyorlardı programlarını. Kaybedenler Kulübü idi burası.

Kadıköy sokaklarında Kaan Çaydamlı ile, Şenol Erdoğan ile tanışmış, Masal Evi’nde, Hera’da takılırken 6.45 yayınevi için çeviri denemeleri almış şanslı bir Kadıköy’lüydüm bana sorarsanız.

Program çoktan bitmişken 2011’de kişiliğini çok sevdiğim bir yönetmen olan Tolga Örnek’in, bu adamların hikayelerinin filmini çekeceğini öğrendiğimde epey üzülmüştüm, popüler olmasını istemediğim bir hikaye olduğundan. O kültüre hakim olmayan izleyicilerin, film ne kadar başarılı olursa olsun, hikayeyi doğru okuyamayacakları kaygım vardı. Kim doğru okudu, kim okumadı, hala da bilemem tabii.

Yazının devamı Sinematik Yeşilçam’da

Arada

Mu Tunç, 14 yaşlarındayken ve İstanbul Merter’de ailesiyle yaşarken ağabeyi Orkun Tunç’un punk konserlerine giden, onu hayranlıkla izleyen, eşyalarını taşıyan, videolarını çeken genç bir çocukken ilerleyen yaşlarında kendini bir yandan teknoloji ve pazarlama sektöründe okur ve çalışırken buluyor, bir yandan da sinemaya olan tutkusunu teknolojik gelişmelerle biraraya getirdiği bir düşünce yapısıyla yetiştiriyor kendini. Diary of Mu (Mu’nun Günlüğü) isimli videoları vlog haline getiriyor ve bu videolar 1 milyon kişi tarafından izleniyor.

Kendisi dahil çevresindeki herkesin herşeyden şikayet ettiği bir dönemi yaşar, buna tanıklık eder ve bundan bıkma noktasına gelirken herşeyi bırakıyor ve Arada’nın senaryosunu yazmaya koyuluyor, bunu uzun metraj haline getirmeyi kafasına koyuyor ve böylelikle ilk filmini çekiyor Mu.

Çocukluğunda yaşadığı olayların etkisinden kurtulamamış olan Mu, bunu günümüzdeki kentsel bıkkınlıkla harmanlayarak Arada’yı yazıyor. Türkiye’nin ilk punk/hardcore gruplarından birinin kurucu üyelerinden olan abisi filmde Ozan adlı karaktere ilham kaynağı olurken Ozan’ın babası karakteri de birebir kendi babası: 70’li yıllarda ünlü olmuş ama darbeden sonra içine kapanmış ve müziği bırakmış bir Türk sanat musikisi sanatçısı… Böyle bir ailede sürekli kültürel tartışmaların içinde büyümüş olmanın kendisindeki etkileri bu filmin fonunu oluşturmuş.

Yazının devamı Sinematik Yeşilçam’da

Arif V 216

Boğaziçi Üniversitesi Turizm Otelcilik mezunu, karikatür yeteneği olan ve bu yeteneğini 90’lı yılların sonunda Leman dergisinde çizerek pekiştiren Cem Yılmaz, Leman Kültür’de bir gösteri izlerken, hazırcevaplılığı ve başarılı hikaye anlatımı bilindiğinden sahneye davet ediliyor ve olaylar gelişiyor.

Ben Cem Yılmaz’ın yaptığı işleri izlerken hep bu geldiği noktayı hatırlayarak bir değerlendirme yapıyorum açıkçası, ister istemez. Cem Yılmaz, yaptığı her işte, doğuştan yetenekli olduğunu, tüm ortaya koyduklarının içinden geldiğini, kullandığı mecra ne olursa olsun “hikaye anlatmayı” gönülden sevdiğini öyle bir samimiyetle geçirebiliyor ki karşı tarafa… Bu herkeste olabilecek bir özellik değil şüphesiz. Küçümsenerek söylenen “popüler” işlere imza atan ve çok para kazanan biri olsa da, yaptığı işleri para kazanmak için eğip bükmediğini, törpüleyip değiştirmediğini zaten fark ediyorsunuz. “Ben para kazanmak için sahneye çıkmadım, ben sahneye çıktım, para etti, ben buna bir şey diyemem” der bir stand-up şovunda, çok da ciddidir bu konuda ve haklıdır zannımca.

Yazının devamı Sinematik Yeşilçam’da

Efsanenin Dönüşü- Cingöz Recai (2017)

Onur Ünlü’nün onuncu filmi olan Cingöz Recai’yi galasında izleme imkanı buldum. Kişisel olarak özellikle Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Yalnızız (1940) gibi psikolojik türde romanlarına hayran olduğum değerli yazar Peyami Safa’nın yazdığı polisiye serisinin baş karakteri olan Cingöz Recai, daha önce 1954 ve 1969 yıllarında sinemaya uyarlanmış. İlkini ünlü yönetmen Metin Erksan çekmiş, karakteri Turan Seyfioğlu canlandırmış. İkincisini ise yine ünlü bir diğer yönetmen ve senarist Safa Önal çekmiş, karakteri ise sevilen oyuncu Ayhan Işık canlandırmış. Yazılmış olan Cingöz Recai, bir “kibar, cömert, kültürlü hırsız” karakteri. Arsen Lüpen, Robin Hood izleri taşıyor. Yani daha baştan yabancı örneği olan, yerel anlamda sıfırdan üretilmemiş bir karakter.

50’li yıllarda ve sonrasında sinemaya aktarılırken de yönetmenler filmlerine Avrupa ve Amerikan sineması örneklerinden bir “kara film türü” dokusu katmaya çalışmışlar şüphesiz. Ne kadar başarılı oldukları veya böyle bir denemede başarının ne olduğu tartışılır elbet.

Onur Ünlü, nev-i şahsına münhasır bir yönetmen, malum. Onu dizi yönetmeni olarak tanıdık, sonra sinema filmlerinde de kendi farkını ortaya koydu.

Yazının devamı Sinematik Yeşilçam Sitesi’nde