İfakat adlı belgeselden sonra ilk kez uzun metraj bir kurmacaya imza atıyor Orhan Tekeoğlu. İzlemedim ama belgesel, Karadeniz’in köylerinde kadınların çektiklerine odaklanan bir yapımmış. Öyle Sevdim ki Seni’de ise yönetmen yine Karadeniz’de, bu kez, farklı versiyonlarının gerçekten de yaşandığını bildiğimiz bir öyküyü, Rus kadınların Karadeniz’e para kazanmak için gelip fuhuş yapmaya teşvik edilmesini, Karadenizli erkeklerin bu kadınlara kapılmasını ve Karadenizli kadınların da yuvalarının yıkılırken yaşadıklarını, bunlar yaşanırken meydana gelen önyargıları ve haksızlıkları konu almış.
Aynı konuyu ele alan başka bir Türk filmi izlemiştik geçen sene bu zamanlar: Elveda Katya. Yine Rus kadınlarının hep Nataşa olarak algılanması önyargısı ve Karadenizli erkeklerin düşüncesizce kendi ailelerini zedelemeleri konu alınıyordu. İki film de gerçek hikayelerden esinlenerek senaryolaştırılmış. Birbirini hatırlatan filmler ister istemez. Fakat şunu söylemeden geçmemek gerekir. Trabzon’un günümüzde termik santrallerle kaybedeceğimizden korktuğumuz o muhteşem doğası zaten bir film için çok avantajlı bir plato iken, maalesef görüntü yönetimi anlamında Öyle Sevdim ki Seni’nin çok başarılı bir iş çıkardığını söyleyemeceğim. Elveda Katya’da ise doğanın müthiş renklerine doyuyorduk başarılı planlar, doğru açılar ve seçimlerle… Teknik açıdan bir eleştirim de müzik ve ses anlamında olacak. Dramatik açıdan etkileyici müzikler seçilmiş olsa da bazı sahnelerde öyle yüksekti ki müzik, diyaloglar anlaşılmıyordu maalesef…
Öyle Sevdim ki Seni, Sovyetlerin dağılmasıyla, ailesinde de hastalıklarla cebelleşen ve paraya ihtiyaç duyan Olga’nın öğretmen olup para kazanmak amacıyla Trabzon’a gelişini ve bir andaa kendini fuhuş batağında buluşunu gösteriyor bize. Karadenizli, dürüst ve mert Cemal ise onu bu bataktan kurtarmak için kendini tehlikeye atıyor. Olga’yı sahipleniyor ve ustasının evinde saklıyor. Karısına bağlı, işinde gücünde bir adamken tutuluveriyor Olga’ya zaman geçtikçe. Bu bir aşk hikayesine dönüşüyor ama ortada dürüstlük olmadığı için herşey bozuluveriyor. Olga’yı canlandıran Alma Tersic’in başarılı bir performans sergilediğini belirtelim.
Film, bahsettiğimiz aşk hikayesine odaklansa da, Olga’nın dedesinin 1900’lü yıllarda Trabzon’da bir taş ustası olması, Olga’nın biraz da dedesinin izinin peşine düşmesi, Trabzon’un yüzyıllar önce sahip olduğu opera binasının yok edilişi, Karadeniz toprağına ayak basan her Rus kadının fahişe olması önyargısı, çilekeş, çalışkan, özverili Karadeniz kadınının yaşadıkları gibi çok farklı konulara değinmeye çalışarak, duyarlı bir tablo çizmekte, sağlam bir altyapı oluşturmaya çalışmakta. Fakat Olga ile Cemal’in aşkının anlamsız derecede hızlı gelişmesi, Cemal’in Olga’yı henüz üç gündür sakladığını bildiğimiz eve daha iki kere gelmişken ustasının onu : sen buraya çok fazla gelmeye başladın, hayırdır, kıza kapılma sakın diye uyarması ve bunun gibi inandırıcı olmayan replikler, filmin son yirmi dakikasında ise nedense baştaki inandırıcılığın hepten son bulması, oyunculukların, repliklerin komiklik derecesinde yapaylığı (Cemal’in arkadaşına vur beni, öldür beni dediği sahne özellikle) filmin kalitesini bir anda düşüren unsurlar oldu ne yazık ki. Film bittiğinde insanın aklında kalan şu oluyor: “bilinen bir hikayenin klişe anlatımı” …
Not: Galasında izleme fırsatı buldum Öyle Sevdim Ki Seni adlı filmi. İlk kez bir filmin galasında sponsor plaket sunumuna denk geldim. Sponsorlara teşekkürler yaklaşık 20 dakika sürdü, plaket merasimi ise yaklaşık 10 dakika. Elbette bir sinema filminin meydana gelmesi kolay değil, bütçe en önemli konu. Ve sponsorluklar bu anlamda değerli fakat bir filmin sunumunda bunun öne çıkarılması, filmin bir “proje” oluşunun çok fazla altının çizilmesi, bana göre doğru bir strateji değil. Her sinema filmi bir proje olarak değerlendirilebilir ama izleyici bunu hissetmek istemez, filme kendini bir sanat eseri olarak kaptırmak ister, yaklaşık 25-30 dakikalık böyle bir sunum filme önyargılarla bakılmasını da doğurabilir ki, neden böyle olsun…