Sinemanın en çok konuşulan ve en prestijli ödülleri olarak bilinen Akademi Ödülleri şüphesiz tüm dünyada dört gözle beklenen bir seremoni.Biraz da modern batının “gösteriş” alanlarından biri şüphesiz bu tip ödül törenleri.
2000’li yıllar itibariyle ise baktığımızda Oscar Ödülleri, bir nevi politik doğruculuk derdine düştü diyebiliriz.Günümüzde sosyal medyanın etkisi bunu kullanan daha çok genç nesilin daha politik, daha duyarlı ve aktivist bir duruş sergilemesini sağladı. Geçtiğimiz yıllarda gençleşme politikası izleyerek yaş ortalaması daha düşük yeni üyelerle büyüyen Akademi de ödüllere karar verirken bu genç kitleyi göz önünde bulundurmaya başladı. Politik doğruculuğun bir sebebini de buradan okuyabiliriz. 2016 itibariyle akademide kadın üye, siyahi üye sayısı arttı ve etnik azınlıklar gözetilmeye başladı.
2017’de Trump sonrasının ilk Oscar’ı olması sebebiyle törenden politik beklenti yüksekti örneğin, ve öyle de oldu. Gecenin sunucusu komedyen Jimmy Kimmel, konuşmasına “Bu tören dünyada bizden nefret eden 225’ten fazla ülke tarafından izleniyor. Bunun için Başkan Trump’a teşekkür ederim. Oscar’ın neredeyse ırkçı göründüğü geçen yılı hatırlayın!” şeklinde başladı. Ardından “Bu yıl siyahlar NASA’yı, beyazlar da cazı kurtardı” dedi. Yine ünlü oyuncu Gael Garcia Bernal de politik söylemler verdi gecede. Bernal, ödül verirken yaptığı konuşmada “Bir Latin Amerikalı, bir göçmen işçi, bir insan olarak bizi ayırmak isteyen her türlü duvara karşıyım,” dedi. Asghar Farhadi ise törene katılmayarak diyeceğini demiş oldu.
Zamanında Slumdog Millionaire, The Hurt Locker gibi filmler politik olarak, konu olarak tartışmalı olsa da daha çok estetiği ve sinemasal kaygıları sebebiyle ödüllendirilmiş filmlerdi. Argo ise daha çok konusu ve politik duruşu sebebiyle ödül kazanmış gibi gözüküyordu zira Amerikancılığı ortadaydı. 12 Years A Slave, hem biçimi hem içeriğiyle estetik değeri yüksek bir filmdi ama Amerika’nın kölelik yıllarına dönüp günah çıkarmalarının tavan yaptığı bu yıllara da fazla uyum sağlamıştı sanki filmin politik duruşu. Yine Moonlight, iyi bir film olmakla birlikte politik doğruculuk ile verilmiş bir ödül gibi de kokuyordu cidden. The Shape of Water da yine biçimsel olarak harika bir film ama ödülü kazanmasındaki ana sebep estetik unsurlar mıdır yoksa yine politik doğruculuğa uyan bir içeriğe sahip olması mıdır, tartışmaya çok açık gerçekten.
Bu yıl ise en iyi film ödülünü Green Book / Yeşil Rehber aldı.Başarılı bir film olmakla birlikte herkes ödülü Roma‘nın almasını istiyordu ve bekliyordu.Yine The Favourite çok fazla ödül alması beklenen filmlerdendi.
Peter Farelly imzalı Green Book’u vizyonda izleyememiştim, dün evde izleyebildim törenin öncesinde. Çok da beğendim, mis gibi film. Viggo Mortensen ve Mahershala Ali’nin başarılı oyunculuk performansları, hemen herkesin empati kurabileceği bir anlatı yapısı, dengeli senaryosu ve ırkçılığı konu almasıyla dikkatleri üzerine çekeceği de belli bir yapımdı şüphesiz. Fakat sinemasal anlamda Roma’nın ve The Favourite’ın da ondan aşağı kalır yanı yoktu doğruyu söylemek gerekirse. Hatta bu iki filmin, tüketmesi daha zor filmler olduğunu da eklememiz gerekir, belki politik doğruculuğun yanısıra Akademi bu sebeple de Green Book tercihi yapmış olabilir. Formülü daha belli ve daha kolay hazmedilebilir bir film şüphesiz Green Book. En iyi özgün senaryo ödülünü ise kesinlikle hakettiğini düşünüyorum. Gerçek bir hikayeden uyarlanması ama gerçeklere de uygun davranmaması adına eleştirilen de bir film bu arada Green Book, yine tartışmaya açık bir konu.
Alfonso Cuaron imzalı Roma filmini çok şükür ki beyazperdede izledim. Alfonso Cuarón, ana akım sinemanın günümüzdeki en usta yönetmenlerinden biri. Cuaron 1970’li yılların başında, Mexico City’nin üst orta sınıf semtlerinden birinde yaşayan kendi ailesini konu etmiş filmine. Hem bir ailenin dönüşüm sürecine şahit oluyoruz, hem eşitsizlik problemiyle karşı karşıya kalıyoruz, yani hem kişisel hem sosyal problemler içiçe geçiyor nefis bir biçimde. Geniş ölçekler tercih etmiş çekimlerinde Cuaron. Siyah beyaz anlatmayı tercih etmiş hikayesini. Görüntü yönetimi ve yapım tasarımı neredeyse kusursuz. Sadece sonlara doğru anlatım biraz sarkmış, uzunluğu biraz tat kaçırır cinsten olmuş filmin. Yabancı dilde en iyi film ve en iyi yönetmen ödülüne layık görülmesi gayet yerinde bir karar olmuş.
Sarayın Gözdesi (The Favourite) filmini de beyazperdede izledim. İngiliz tarihinin enteresan bir sürecine tanıklık ettiğimiz filmin yönetmeni genelde umulmadık senaryo ve çekimlerle bizi şaşırtan Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos. Film daha çok oyuncu yönetimi ve oyuncu performanslarıyla ışıldıyor, yoksa kesinlikle Yorgos Lanthimos kokan bir film değil, derli toplu bir kostüm drama sadece. Fakat Olivia Colman, Emma Stone ve Rachel Weisz birbirinden müthiş performanslarıyla sizi filme çekiyorlar. Olivia Colman’in en iyi kadın oyuncu ödülü alması da beni ziyadesiyle mutlu etti.
En iyi erkek oyuncuyu ise Rami Malek’in almasına itirazım var. Bohemian Rhapsody benim için hayal kırıklığı bir filmdi, Malek de elinden geleni yapmış olsa da bence ödülü Willem Dafoe ya da Viggo Mortensen hakediyordu.
Willem Dafoe demişken, “Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında” At Eternity’s Gate filmini de basın gösteriminde izleme şansı buldum ve tek kelimeyle hayran kaldım, hem filme, hem Dafoe’ye. Julian Schnabel, çok alışık olmadığımız bir biyografi çekmeyi başarmış, film Vincent van Gogh’un yaratım sürecinden ve eserlerini benzersiz kılan ayrıntılardan yola çıkıyor ve filmin anlatım dili ressamın belleği oluyor adeta. Van Gogh’un beyninin kıvrımlarında geziyor gibiyiz. Sanki Van Gogh’la birlikte biz de doğayı o şekilde görüyoruz, onun algı kapılarındayız. Ben çok etkilendim, mutlaka izleyin.
Sevindiğim, hatta tüylerimin diken diken olmasına sebebiyet veren bir ödül ise En İyi Özgün Şarkı ödülüydü. Lady Gaga’nın Shallow parçası gerçekten tek kelimeyle muhteşem. Bradley Cooper ve Lady Gaga’nın gecedeki sahne performansları da muhteşemdi. Ben A Star Is Born filmini de severek izledim, sinemasal anlamda ödül kazanacak ya da uzun süre unutulmayacak kadar önemli bir film olmasa da derdini iyi anlatmış, müziklerle ve oyunculuk performanslarıyla dikkat çeken, sağlam bir yapımdı o da.
En iyi ses kurgusu ve en iyi ses efekti ödüllerinin Bohemian Rhapsody’e gitmesi de büyük saçmalıktı. Sinema yazarı akademisyen Doç. Dr. Melis Behlil Oscar programında bu ödüllerin ne anlama geldiğini akademi üyelerinin bile tam bilmediklerini düşündüğünü söyledi. Patlamalar, silah sesleri, çevre sesleri, müziğin ahengi, karakterlerin replikleri ve benzeri sesleri tam zamanında verme işi ses kurgusu iken bir filme ait tüm ses öğelerini seyirciye en anlaşılır biçimde vermeye çalışmak ise ses miksajı oluyor. Bu filmin bu iki konuda ne kadar başarılı olduğu ya da ondan iyi ses kurgusu olan filmler olup olmadığı kesinlikle tartışmalı.
Henüz izleyemediğim BlacKkKlansman filminin yönetmeni Spike Lee, gecede En İyi Uyarlama Senaryo ödülünü aldı. America’nın ırkçı geçmişiyle ilgili konuşmasıyla dikkat çeken Lee, ödülü alırken Samuel L. Jackson’ın kucağına atlayarak yaptığı sevinç gösterisiyle hafızalardan silinmeyecek görüntülere konu oldu.
Bu seneyle ilgili Akademi’nin tavrının çeşitliliğe verdiği önemle gelenekselliğin arasında gidip gelen bir çizgide seyrettiğini söyleyebiliriz sanırım.
Daha fazla gevezelik etmeden kazananları paylaşayım:
EN İYİ FİLM: GREEN BOOK
EN İYİ ERKEK OYUNCU: RAMI MALEK
EN İYİ KADIN OYUNCU: OLIVIA COLMAN
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU: REGINA KING
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU: MAHERSHALA ALI
EN İYİ KOSTÜM: BLACK PANTHER
EN İYİ PRODÜKSİYON: BLACK PANTHER
EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ: ROMA
YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM: ROMA
EN İYİ SES KURGUSU VE EN İYİ SES EFEKTİ: BOHEMIAN RHAPSODY
EN İYİ ÖZGÜN ŞARKI: SHALLOW – LADY GAGA
EN İYİ KISA ANİMASYON: BAO
EN İYİ GÖRSEL EFEKT: FİRST MAN
EN İYİ ORİJİNAL MÜZİK: BLACK PANTHER
EN İYİ SAÇ VE MAKYAJ: VİCE
EN İYİ BELGESEL: FREE SOLO
EN İYİ KISA BELGESEL: PERİOD. END OF SENTENCE
EN İYİ ANİMASYON: “SPİDER-MAN: INTO THE SPİDER-VERSE”