Büyükada’da Tahtacı Fatma Belgeselini İzledik

suha arin
suha arin

2000 yılında Yeditepe Üniversitesi’nde Radyo TV Sinema Yüksek Lisans yapmaya başladım, yıllar içinde çok kıymetli öğretmenlerim oldu, çoğuyla hala görüşüyorum, Nurçay Türkoğlu hocam, Ayla Kutlu hocam, Tül Akbal Süalp hocam ve niceleri… Çok kıymetli bir öğretmenimizi ise çok erken kaybettik, ancak kalbimizdeki yeri o kadar sonsuz ki. Hem bize öğrettikleriyle, hem babacan, sevgi dolu tavrıyla: Süha Arın. Kendisini Şubat 2004’te kaybettik ne yazık ki.

Yıl olmuş 2020, Büyükada Adalar Kültür Derneği‘ne rahmetlinin çok değerli kardeşi Reha Arın‘ı çağırmak istedim, kıymetli eşleriyle birlikte onurlandırdılar ve 1979 yapımı Tahtacı Fatma adlı ödüllü belgeseli izledik. Yaklaşık 50 kişilik bir katılımla çok keyifli bir izlence oldu, arkasından Reha Arın ile dolu dolu sohbet ettik, izleyebilirsiniz:

Büyükada’da Ben Çocukken Adlı Belgeseli İzledik

Takip edenlerin bileceği üzere 2018 Mayıs itibariyle Büyükada’da Ekim’e kadar her Salı akşamı Büyükada Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi‘nde Adalar Kent Konseyi ve Ada Gönüllüleri Derneği’nin de katkılarıyla yönetmenlerimizi ağırladığımız film gösterimleri yaptık.

Kışın ise bu etkinliğin devam etmesi için Cat’fe Cafe ile anlaştık, birkaç haftadır her Pazartesi yönetmen konuklu film söyleşilerimizi sürdürüyoruz. Geçtiğimiz Pazartesi akşamı konuğumuz yönetmen Cenk Kaptan‘dı, 2012 yapımı Ben Çocukken adlı belgeselini izledik hep birlikte.

Sevgili Selçuk Yöntem, Zafer Ergin, Aykut Oray, Rıza Erkekli, Yalçın Yelence, Nadir Göktürk, Murat Ertrel, Levent Akman, Burhan Şeşen, Turgay Tanülkü, Çiçek Dilligil ve Prof. Dr. Ünsal Oskay‘ın değerli yaşanmışlıklarıyla bezeli röportajlarla, başarılı animasyonlarla, çocukluğumuza ait oyun ve oyuncak detaylarıyla bezenmiş, nostalji kokan, sıcacık bir belgesel. Öte yandan 2007’de başlayan çekimlerde yapılan bu röportajlarda, internet çağının değiştirdikleri, çocukluğun evrilişi de masaya yatırılmış.

Sevgili Cenk Kaptan’a adamıza geldiği ve bizimle filmini paylaştığı, sorularımızı yanıtladığı için çok teşekkür ediyor, bu belgesellerin devamını bekliyoruz.

Büyükada’da Toprağın Çocukları’nı İzledik

Büyükada’da yazlık sinema günleri sona erdi. Kış ayı boyunca Pazartesi akşamları Cat’fe Cafe’de Başka Sinema’dan ve yerli sinemamızdan çeşitli seçkiler izlemeye ve yönetmenleri konuk etmeye devam ediyor olacağız.

15 Ekim 2018 Pazartesi akşamı, 2012 yapımı Toprağın Çocukları adlı filmi izledik. Filmin yönetmeni arkadaşım Ali Adnan Özgür de aramızdaydı. Köy enstitülerinin kapanışını konu edinen filmle ilgili sorularımızı cevaplayan Ali Adnan Özgür Büyükada’da olmaktan ve ilk filmini bizlerle paylaşmaktan çok mutlu olduğunu da sözlerine ekledi.

Filmi bu linkten yasal olarak izleyebilirsiniz.

Film ekibiyle 2012’de yaptığım röportajı bu linkten okuyabilirsiniz.

 

Beyoğlu Sineması Kapanmıyor! Bugün Basın Toplantısı ile Kart Projesi Tanıtıldı

 

Haziran başında Beyoğlu sineması yönetimi sinemanın kapılarını kapatacağını duyurmuştu.Sinema yazarı arkadaşım Cem Altınsaray twitter’da konuyla ilgili bir etkileşim başlatarak birlikte bir proje gerçekleştirirsek sinemanın borçlarını kapatmasına destek olarak kapanmamasını sağlayabileceğimizi söyledi. Etkileşim işe yaradı!

Bugün Beyoğlu Sineması Yönetiminden Baha Serter, Cem Altınsaray ve filmlovers genel yayın yönetmeni Utku Ögetürk, Beyoğlu Sineması’nın fuayesinde basın toplantısı gerçekleştirerek projeyle ilgili bilgileri paylaştılar.

Cem sinemaya ait bir kart projesi başlatmakta olduklarını ve bu kartların dört ayrı kategoride düzenlendiğini belirtti:  “100 liralık öğrenci kartı hazırladık. Öğrenciler bu kartla bir yıl içerisinde 10 tane film izleyebilecek. Diğer kartlar; 250, 500 ve bin liralık. 250 liralık kart ile 15, 500 liralık kart ile 30 film izlenecek. Ayrıca bin liralık kart sahiplerinin ise 1 yıl içerisinde sınırsız film izleme imkanı olacak. Kartlar birlikte Beyoğlu’ndaki cafelerde indirim imkanı da sağlayacak. Kartı alan kişilerin film izlemesi için bir bahanesi de olacak. Bu kartlar ile borcumuzu kapatabileceğiz.”

İşte kartı satın alabileceğiniz web sitesi:http://beyoglusinemasikarti.com/

 

Başka Çarşamba’da Kedi ile Buluşun!

İstanbul’da ve tüm dünyada sokaklarda her gün yüz binlerce kedi dolaşıyor. Binlerce senedir insanların hayatlarına girip çıkan kediler, şehrin zengin yapısının en önemli parçalarından biri. Sahip tanımayan bu kediler İstanbul’da vahşi ve evcil hayat arasında bir çizgide yaşayarak, evlat edinmeyi seçtikleri insanların hayatına neşe getiriyor.

80 dakikalık belgesel film, Başka Sinema’nın kapısını tırmalamadan önce Başka Çarşamba’ya konuk oluyor. Kedi, 7 Haziran‘da Başka Çarşamba’da.

SEANSLAR

Altunizade Capitol Spectrum – 21:30
Beyoğlu Beyoğlu Sineması – 21:00
Etiler Akmerkez Cinema Pink – 21:30
Kadıköy Rexx – 21:30
Ankara Kızılay Büyülü Fener – 21:30
İzmir Karaca Sineması – 19:30

“Mavi Bisiklet” Film Ekibi İle Röportaj

 

Mavi Bisiklet ekibiyle populersinema.com için söyleştim.

2016  Antalya Film Festivali’nde en iyi film ödülünü alan Mavi Bisiklet’in yönetmeni Ümit Köreken, başrol oyuncusu Selim Kaya ve senaryoyu eşiyle birlikte yazan, filmde de Selim’in annesini canlandıran, yapımcı olarak da filme katkı sağlayan Nursen Çetin Köreken ile filmin yolculuğunu Popüler Sinema sitesi için konuşmuştum.

M.Z: Selim, Mavi Bisiklet filminde başroldesin, nasıl oldu bu?

Selim: Ümit abi bizim köydeki okula geldi, filminde oynatmak için çocuklar arıyordu. Çocukların hayalinde genelde bir filmde oynamak vardır, benim de vardı ve ben katıldım seçmelere. Senaryoyu bilmeden çalışmalar yaptık, o çalışmalarda açıkçası ben başrol olacağımı hiç tahmin etmiyordum. Başrol olduğumu öğrendiğimde çok sevindim.

M.Z: Çalışmalarınız sürdü ve film bitti. Sonra filmin tamamını izledin mi?

Selim: Evet, ilk Berlin’de izledim.

M.Z: Ooo, Berlin’de izlemek harika bir deneyim olmalı.

Selim: Dilini anlamadığım birçok çocuk gelip benden imza istedi. Çok mutlu oldum.

M.Z: Filmi izlerken nasıl hissettin, kendini kocaman perdede izlemek nasıl bir duyguydu?

Selim: Evet, çok değişik bir duyguydu, heyecanlandım.

M.Z: Çekimler esnasında eğlendiniz mi, ya da zorluklar yaşadınız mı, anıların var mı çekim zamanlarıyla ilgili?

Selim: Evet, en çok zorlandığım zamanlar, mesela gözlük sahnesi var, orada zorlandım ben, yani gülmemek için kendimi zor tuttum. Bir de tren yolunda zorlandım. Koşmam gerekiyordu sahnede, koşamıyordum.

M.Z: Filmdeki çocuklarla aran nasıldı?

Selim: Veysel karakteri ile zaten sınıf arkadaşıyız, ama Yusuf karakteri ile yeni arkadaş olduk. Şimdi okullarımız aynı.

M.Z: Bir de Elif karakteri vardı, ona aşıksın filmde, o rolde zorlandın mı?

Selim: Evet zordu, tanışmıyorduk da önceden.

M.Z: Çekimler ne kadar sürdü?

Selim: Dört beş hafta galiba.

M.Z: Yoruldun mu?

Selim: Her gün setteydim, sabahları kalkmakta biraz zorlandım.

M.Z: İlerde oyunculuk yapmayı düşünüyor musun?

Selim: Yani, olursa, bilmem.
(kahkahalar)

M.Z: Berlin’de olmak nasıldı? Gezebildiniz mi?

Selim: Ben ilk bir iki gün Berlin’de olduğuma inanamadım. Türkiye’de başka bir şehir gibi hissettim. Gezdik de biraz, güzeldi. Antalya’ya da gittim, o da güzeldi. İstanbul Film Festivali’nde de vardım.

Ümit Köreken: Selim, oyunculuk çalışmalarında da şu anda olduğu gibi fazla konuşmuyordu, sessiz sakindi, ama enteresan şekilde kamera karşısında değişiyor. Değişik bir içsel gücü var. İfadesi güçlü.
M.Z: Peki sizinle devam edelim Ümit Bey. İlk uzun metraj filminiz Mavi Bisiklet. Romantik ve insanı yakalayan bir adı var filmin, hem isminden hem de hikayenin nasıl oluştuğundan başlayalım mı?

Mavi Bisiklet Film

Ü.K: Hikayesiyle ismi birlikte doğdu zaten. Çünkü benim kendi çocukluğumun hikayesini anlatan bir kelime aslında “mavi bisiklet.” Çocukluğum 80’li yılların sonunda geçtiği için liseye başlayana kadarki süreçte öyle bisikletimiz filan yoktu yani. Belli yerlerde, belli kişilerde vardı, bir özlemdi. Ama özellikle mavi olması da benim için önemliydi. Bir gün evimize gerçekten de boyumdan büyük bir mavi bisiklet geldi, onda öğrendim binmesini. Mavinin bende özgürlük, adalet gibi çağrışımları olmuştur. Bisikletin de çok zengin çağrışımı var, adıyla doğdu o yüzden proje. Bisikleti alma hikayesi, başkanlık hikayesi, çocukların mücadelesi ve faili meçhul cinayet hikayeleri var filmimizde, bu dört hikaye de farklı farklı gerçek hikayeler, biz bu dört hikayeyi birleştirdik ve mavi bisikletin öyküsünü yazdık.

M.Z: Karı koca birlikte yazdınız değil mi?

Ü.K: Evet.

M.Z: Bunu çok merak ediyorum. Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan’a da çok sorulur ya bu soru, nasıl çalışıyorsunuz birlikte diye, onlarda hep kavga gürültü yazdıklarını ama o tartışmaların senaryoyu da ilişkilerini de çok beslediğini anlatır dururlar, sizde nasıl durum?

Ü.K: Ben 2002 yılında radyo oyunu yazarak başladım aslında. Profesyonel yazarlığım orada başladı diyebilirim, hep yarışmalar için yazdım ve hep de ödüllü yazdıklarım. Sonra 2005’te Nursen ile tanıştık, yine sanatsal, yazarlıkla ilgili bir yerde tanıştık ve evlendikten sonra beraber yazmaya başladık. Çok zorlu ve çatışmalı geçtiği oluyor ama sonuca ulaştığımızda da çok keyifli doğrusu.

Nursen Çetin Köreken: Birbirini tanımak, iyi paslaşmakla ilgili, Ümit bana Halime rolünü sen oyna dediğinde, ben eğitim almış biri olsam da bu konuda, onun bakış açısını anlamam, o oyunculuk deneyimimden sonra oldu. Çünkü onun baktığı perspektifi yakalamak, beraber yazsak da, farklı bir deneyim işin oyunculuk kısmında. Ben çok mutluyum, evde de perdeyi ben sağdan sola çekiyorsam Ümit soldan sağa çekiyor ve ortada buluşuyoruz, bunun gibi aslında, birbirini tamamlamakla ilgili. Hem kadın erkek bakış açısını da getirmiş oluyoruz. İlişki anlayışım da böyle, tamamlamak, lokomotif olmak güzel.

M.Z: İlk uzun metraj filminiz. Sinema yolculuğunuz nasıl başladı, sizi daha yakından tanıyalım.

Ü.K: İzmir’de tanışmıştık, ikimiz de sinemanın içindeydik zaten, hem sevgi anlamında hem de çalışmalarımıza hep sinemayı katıyorduk. Yazdığımız tiyatro oyunları devlet tiyatroları yönetmeni tarafından sinemaya çok yatkın bulundu, dramaturji raporlarımızdan da hep bu çıktı. Sinemasal öğelere yatkın yazıyormuşuz, buna da yönlendirildik biraz. Mavi Bisiklet’in ilk olarak 2009’da tiyatro oyununu yazdık, sonra bir arkadaşımızın önerisi, uzun yıllar boyunca çocuklarla yaptığımız çalışmalar derken iş bu hikayenin sinemalaşmasına vardı. Daha geniş kitlelere ulaşma noktasında bütün yollar bizi sinemaya getirdi de diyebiliriz.

M.Z :Destek de aldınız. Bu çok önemli aslında. İlk filmini çekmek isteyen bir sürü genç, kaynak bulamamaktan, destek bulamamaktan, bütçe sıkıntılarından şikayetçi. Sizin serüveniniz nasıl oldu ve gençlere ne önerirsiniz?

Ü.K: Bir şeye inanıyorsanız, doğru insanlarla bir şekilde karşılaşıyorsunuz. Biz 2010’de ilk olarak senaryo geliştirme desteği aldık, o zaman etrafta bu kadar çok çocuk hikayesi de yoktu açıkçası. Biz o düşünceyle yola çıkmıştık. Nursen’in vizyonunda ise hep bunu uluslararası bir proje olarak gerçekleştirmek vardı. Bu yolda ilerlerken çok ses duyduk, uluslararası yapmayın diyenler, bu filme alıcı çıkmaz, kimse izlemez, niye bunu yapasınız ki diyen de oldu, ama çok destek olanlar da oldu. Kültür bakanlığının yapım desteği, TRT’nin önemli ön alımı, desteği, uluslararası ortak yapım olması kaynaklı Euroimages gibi fonlar, bunları birleştirince her şey yolunda gitti. Ama biz yapacağımız işe zaten çok inanıyorduk. Vizyon da gerekiyordu, uluslararası proje vizyonu da ortaya konunca kapılar açıldı.

N.K: Çok da çalışmak gerekiyor. Biz gerçekten çok çalıştık. İnanmak, çok çalışmak ve yolda giderken karşınıza çıkacak engelleri aşmak. Altı yıl az bir süre değil. Şu an çocuk konulu çok proje, çok konu, çok film var ortada ama ilk kez 2010 yılında biz başlattık aslında. Sektörün dışından geldiğimiz için görülmesi de zaman aldı. Tiyatro oyunuyla başladık ama Mavi Bisiklet’in transmedia projeleri de vardı elimizde. Filmin yanısıra, bir bilgisayar oyunumuz var, çizgi dizi tasarımımız var, tiyatro oyunumuz var, dergisi, kitabı…

M.Z: O zaman bu sinema filminden de öte, bir proje, kocaman bir fikir.

 

Mavi Bisiklet

N.K: Evet, transmedia kısmı biraz zaman alacak ama olacak.

M.Z: Çocuk üzerine gitmek duygusu nereden geliyor peki? Zor da olsa gerek bir yandan çocuklarla çalışmak…

Ü.K: Sinemada çocukla çalışmak zor. Ama neye göre zor. Ben önyapımda çocukları seçerim, rollerini çalıştırırım, giderim demek kolay. Bu zamana kadar böyle oldu diğer işlerde. Biz o gözle bakmıyoruz. Onlara değmek bir sorumluluk. Biz öncelikle çocukların birer birey olmalarına odaklanıyoruz. Toplumda bir değişim yaratmak istiyorsak bunu çocuklarda yaratmak lazım diye düşünüyoruz. Biz yaklaşık 400 çocukla çalıştık, içlerinden 10 tanesinin bile içlerinde bir kıvılcım yarattıysak, o müthiş bir kazanç.

MZ: Onları seçerken nelere dikkat ettiniz?

Ü.K: Aslında daha çok istekli olmalarına dikkat ettik. Ön yapımda 100 çocuk kalmıştı, Selim de onların içindeydi. Çocuk derken 12,14,15 yaşlar. Biz onlarla 4 hafta çalıştık. Temalar belirledik; adalet, demokrasi gibi. Senaryo vermedik çok fazla, önce temalara alışsınlar istedik, ben doğaçlamaya önem verdim. Kesme yok filmde, sahneler hep plan-sekans. Duygu kaybolsun istemedim. Son üç güne kadar ana rol belli değildi. Kamera önünde iyi görünmelerinden ziyade bazı yetenekleri de önemliydi, mesela sanayiye gönderdim onları, gittiler, lastikçide çıraklık yaptılar, reji de çekti onları, el becerileri önemliydi orada. Tamirci sahnesi ve benzeri sahnelerde sakil durmaması lazım, vücut dirençleri de önemliydi. Bunların hepsini birleştirdiğimde Selim öne çıktı, sakin ve güçlü bir yapısı var. Dayanıklı bir çocuk.

M.Z: Konya’da çektiniz filmi?

Ü.K: Evet, Akşehir, benim memleketim.

M.Z: Sizin hikayenizden yola çıktığı için mi orada çektiniz?

Ü.K: Nursen’in önerisi oldu bu da, senin çocukluğundan bu kadar izler taşıyorsa, gidelim senin memleketinde çekelim dedi. Orada Nasreddin Hoca şenlikleri yapılıyor. Tiyatro ile sinema ile orada tanıştım ben, oranın insanına bir katma değerimiz olsun da istedim açıkçası.

M.Z: Çekimler ne kadar sürdü?

Ü.K: 4 hafta ön yapım, 5 haftaya yakın da çekimler. Yazın kurguyu yaptık, sonra post prodüksiyonu Almanya’da yaptık, uzun sürdü, iki ay kadar. 2016 Ocak gibi bitmişti.

M.Z: Bir yönetmen olarak, sinematografik açıdan, bir imzanız var mı, filmin rengi, dokusu itibariyle de soruyorum bunu, bu yolda filmler çekerim dediğiniz, örnek aldığınız başka türler/ yönetmenler?

Ü.K: Ben tüm ekiple bunu paylaşmıştım, ben çocuğun gözünün hizasında kalmaya önem verdim bu filmde, yetişkin kadraja girse de biz çocuğun hizasında kaldık. Onun duygusal iniş çıkışını takip eden bir kamera kullandık ve sanat grubu da minimal çalışsın istedim. Gözle görünür ekstra bir şey olmayacak dedim. Bizim ülke olarak doğudan da batıdan da beslenen özelliklerimiz var. İran sinemasını çok seviyorum. Kuzey Avrupa sinemasının o soğukluğunu da çok severim. Dardenne kardeşleri çok severim mesela. Ekibe de söyledim bunu, hikayeyi takip edişimiz İran Sineması gibi olsun, ama kamera hareketleri, renk seçimi gibi konularda Avrupa sinemasına yakın duralım. Yapmaya çalıştığım tam olarak buydu.

M.Z: Müzik kullanımı da çok çok minimal.

Ü.K: Evet bunların hepsi özellikle tercih edilmiş seçimler.

M.Z: Festivaller geziyorsunuz hem yurtiçi, hem yurtdışı, Antalya’dan ödülle döndünüz, bekliyor muydunuz?

Ü.K: Bekliyorduk.

N.K: Ödül için film yapmıyoruz. Ama yaptığımız şeyi bildiğimiz için, evet, ödül bekliyorduk açıkçası. Senaryo, oyunculuk tamam ama yapımcılıkta Ümit’e şunu dedim, içinden nasıl hissediyorsan, durumu nasıl görüyorsan filmini öyle çekmelisin, bu ilerde seninle anılacak bir iş. Ümit filmi çıkardığında bir gün dahi şu da şöyle olsaydı demedi. Ümit mütevazidir, biz de başarıya odaklıyız elbette ama arkasında ne emekler var kimse onu düşünmez. Bergman’ın üretimlerini her zaman örnek alırım, o dönemin şartları içerisinde ne kadar çok üretimde bulunmuş, pek çok alanda. Bunlar mümkün.
M.Z: Festival filmleri diyince son dönemde Sivas, Kar Korsanları geliyor aklıma, bunlar da çocuklar üzerinden büyüme hikayeleri anlatan ve festivallerde taçlandırılan filmler oldu. Ama vizyona gelince halka çok fazla ulaşamayabiliyor. Siz Başka Sinema ile vizyona çıkıyorsunuz değil mi, kaç kopya?

Ü.K: 2 Aralık’ta vizyondayız, ilk olarak 11 salonda giriyoruz. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa ve Eskişehir’de giriyoruz. Fena bir rakam değil.

M.Z: Filmlerin vizyon bulması/bulamaması meselesine bakış açınız nedir ?

Ü.K: Bizlerin, yani festival tarafında duran filmci, yapımcıların, izleyiciyle bağ kurabilecek bir yapıya yavaş yavaş gelmeleri gerekiyor diye düşünüyorum ki ben kendi adıma bir sonraki projemde buna daha fazla kafa yorucam. İzleyiciyi daha fazla yakalayacak nasıl kodlar, nasıl çalışmalar gerekir gibi.

M.Z: Bir orta yol, orta dil mi bulmak gerekiyor?

Ü.K: O da çok zor gerçi, hem festivallerde bir filmin yerini bulması, hem vizyonda seyirciyle buluşup kendini sevdirmesi, ikisini birden deneyip iki tarafta da sevilmeyen örnekler de var. Ama seyircide karşılık bulmak önemli…

N.K: Fonlarla yapılan filmlerin reklam bütçesinin de olması gerekiyor. Yurtdışında her aşamada, altyazının bile fonu var. Biz gene böyle bakınca iyi fon topladık, Akşehir belediyesinden bile destek aldık. Yerel destekçilerimiz var. Zaman ayırdık, gittik anlattık. Dağıtım aşamasında da benzer bir yaklaşımda bulunacağız. Bu filmi buluşturmak adına daha fazla Türkiye’de, ortaokul ve üzeri genç ve ailelerle nasıl buluşabiliriz diye kafa patlatıyoruz açıkçası.

M.Z: Film bitti, vizyona çıktı, bitti diye bir durum yok o zaman, filmin serüveni devam edecek.

Ü.K: Kesinlikle.

M.Z: Eğitsel bir yanı var diyorsunuz filmin.

Ü.K: Sinema zaten iyi bir eğitim metodu aslında bence, birçok gelişmiş ülkede de bu şekilde kullanılıyor. 2004’teki sinema yasasından sonra bu arttı. İnşallah bunun da önünü açarız Mavi Bisiklet ile.

M.Z: Peki filmin konusuna dönecek olursak, çocuk gözünün büyüklerin dünyasına baktığında gördükleri adaletsizliği okuyabiliyoruz ama ben şunu anlatmak istedim diye altını çizmek istediğiniz bir kısmı var mı?

Ü.K: Senaryoyu yazarken de çekerken de elbette kafanızda bir takım cümleler oluyor ama film bittikten sonra o benden çıkıyor. 20’ye yakın festival gezdik, Hindistan’dan Amerika’ya, orada sorulan sorular, söyleşiler, herkes farklı bir yerinden tutabiliyor. Duyguyu yakalıyorsa, dünyanın neresinde olursanız olun, o işliyor. Genelde duygular birbirine benzer oluyor. Ben bu filmle şunu anlatmak istedim demek istemem, beni aştı. Ama yola çıktığımız düşünce, söylediğiniz şeydi, bir çocuk yetişkin dünyasındaki adaletsizlikle karşılaşınca bunu kendi dünyasında nasıl çözer, sorumuz buydu.

MZ: Yeni projelerinize gelelim.

Ü.K: Üzerinde çalıştığımız üç proje var. İlki Nursel’in 2013’te yazdığı, gerçek bir hikayeden yola çıktığı bir proje. Onu Nursen yönetecek, ben yapımcısı olacağım. Macera dolu bir hikaye. Daha hareketli . Kimsesiz çocuklar yurdunda geçen bir hikaye o. Benim bir projem var ayrıca, onu da birlikte yazıyoruz gerçi. Onu yazarken Konya’da, 14 yaşında işitme ve yürüme engelli bir gence rastladık. Yüzme sporuna başlamış ve 7 tane altın madalya kazanmış. Kayıtsız kalamadık ona. O çocuk bir yıl boyunca milli takımlara hazırlanacak, biz de bir yıllık bir takiple dokü-drama hazırlayacağız.

N.K: Bu projeyle ilgili Gümrü’de katıldığım bir platformda Fransız bir ortak yapımcı bulduk. Bu projemiz şimdiden Cinekid co-production market’e de seçildi. Kendi yolculuğunda ilerliyor o da. Yeni sinemacılara o anlamda şöyle bir tavsiyede bulunabilirim, bir meseleniz varsa, peşinden gitmelisiniz. Çok çalışmalısınız, iyi niyetle ne yapacağınızla ilgili araştırmalar yapmalısınız. Sizin yola çıkışınız birebir olarak sadece, “ sinema yapalım” da değil sanki, öyle hissettim. İlgilendiğiniz, dert ettiğiniz, yolunuza çıkan hikayeleri en iyi anlatma yolu neyse onu yapmak istiyorsunuz.

Ü.K: Evet, bizim yönelimimiz öyle oldu. Bir derdimiz var, bunu hikayelendirdiğimiz süreçte bunu kitlelere en iyi ulaştırabilecek sanat sinema aslında. Yönelimimiz sinema oldu bu yüzden.

N.K: Böyle hissetmene çok mutlu oldum Melis. Ben 15 yıldır çocuklarla çalışıyorum. Benim parmak izim kadar eşsiz ne yapabilirim diye düşündüğümde çocukların bir birey olduğunu fark ettim. Bu eylemi 18 yaşında gerçekleştirmiyorlar otomatik olarak, yasal süreç o zaman başlasa bile. Biz büyükler, onlara karşı davranışlarımızla sen bir bireysin diyoruz ya da demiyoruz, bu duyguyu onlara verecek olan bizleriz. Ben bunu drama çalıştığım zaman çocuklarla, ailelerle, bunu daha fazla kitlelere ulaştırmam gerektiğini fark ettim. Bu çok evrensel bir durum ve dünyada bu yapılıyor, çocuklara, gençlere, ailelere yönelik eğitim-sinema çalışmaları yapıyorlar, ben de bizim adımıza doğru alanın bu olduğunu hissettim, Türkiye’de bu yoksa da yapılabilir, bu çıtayı koyup, kendi ülkeme adapte etmek isterim ve çok mutluyum ki bunun sinemayla yapılabileceğini buldum. Ben çocukların dürüstlüklerine, enerjilerine, şeffaf ilişki kurmalarına hayranım, onlarla çalışmak bana çok iyi geliyor. O geribildirimlere ihtiyacımız var. Kızsa da barışıyor, biraraya geliyor, oyun oynuyor. Yetişkinlerin çocuklardan öğreneceği çok şey var .

Ü.K: Fakat elbette didaktik bir anlatım yoluyla değil, estetik ve sanatsal bütünlüğü barındırarak, sinema duygusunu yitirmeden, eğitimci diliyle değil.

Çok teşekkürler.

Babamın Kanatları

 

Bu sene de yerinde takip etme şansı bulduğum Adana Film Festivali’nde ulusal seçkide yarışan filmlerden Babamın Kanatları, festivalde izlediklerim arasında favorim olmuştu. Film  vizyona Türkiye genelinde sadece 17 salon bularak girmeyi başardı. (?!) Festivalde Yılmaz Güney Ödülü, en iyi erkek oyuncu (Menderes Samancılar) ödülü, en iyi müzik ödülü, en iyi kurgu ödülü, en iyi yardımcı kadın ve erkek ödülleri, SİYAD en iyi film ödülü Babamın Kanatları’nın oldu. Antalya Film Festivali’nde de yarışan film, bu festivalden de eli boş dönmedi, en iyi ilk film, en iyi yardımcı kadın oyuncu,  jüri özel ödülü derken adından sıkça bahsettirdi ve bunu da hak etti doğrusu.

Kıvanç Sezer’in ilk uzun metraj çalışması Babamın Kanatları. Senaryo da kendisine ait, gerçek bir haber kupüründen etkilenerek kaleme almış.  Karşısına çıkan haberde üniversiteli bir genç, bir yandan bir inşaatta çalışıyormuş ve maalesef o inşaatta can vermiş. İşçi ölümlerine dikkat çekmek istemiş Sezer de fakat fikri kafasında kurgularken içine dert olan durumu bir amca yeğen üzerinden anlatmayı tercih etmiş.

Filmde usta oyuncu Menderes Samancılar, İbrahim isminde bir inşaat ustasını büyük bir başarıyla canlandırıyor. Kanser olduğunu öğreniyor, fakat kendisi fakir bir şantiye işçisi sonuçta. Tedavi mi olsun, ailesini mi geçindirsin, bu halde çalışsın mı… Ölürse ailesine kim baksın… Canının ne kadar kıymeti var?  Bu soruların içinden çıkamıyor İbrahim bir türlü ve film bize bu içinden çıkılmaz hali büyük bir empati kurmamızı sağlayarak iliklerimizde hissettiriyor.

Tabii film işçi sınıfına ve işçi ölümlerine dikkat çekerken, sadece kaza sonucu olan ölümlere değil, maalesef  Türkiye’de sistemin çarpıklığı, hukuğun düzgün işlemeyişi, insan yaşamının değersizliği gibi meseleler sonucu  yaşanan facialara, ölümlere dikkat çekiyor ve bunu cesur bir anlatım diliyle yapıyor. Üstelik bu kadar ciddi ve kabullenmesi zor bir konuyu sinemaya aktarırken  seyirciyi sıkmadan, tempoyu düşürmeden, merak öğesini yüksek tutarak anlatabilmeyi başarıyor Babamın Kanatları, ki bence sırf bu yüzden büyük bir övgüyü hak ediyor. Günümüzde maalesef sanat/festival filmi, gişe filmi diye ayırımlar var ve genel sinema izleyicisi festivallerde yarışan filmlerin minimal, durağan anlatım dilinden dolayı onlardan uzak duruyorlar. Babamın Kanatları bir yandan sanatsal bir sinema duygusu verir, sosyolojik bir meseleyi masaya yatırırken, öte yandan her türden seyirciyi yakalayabilecek, dinamik bir atmosfer oluşturabilmeyi başarıyor film boyunca. Yoksulluk, insanın varolma çabaları, kapitalist sistemin adaletsizliği ve çarkların nasıl da döndüğü gibi hem toplumsal hem de bir yandan evrensel konulara değinirken, ırk, köken gibi konuların altını çizmemesi, yaşam mücadelesi deyince şu gökkubbenin altında hepimizin bir olduğunu, sadece “sistemin” insanları birtakım “sınıfsal” ayırımlarla böldüğünü göstermesiyle de son zamanlarda “Türkiye” sinemasında izlemeye alıştığımız birtakım filmlerden de ayrılıyor.

Musab Ekici isimli genç oyuncu da filmde İbrahim Usta’nın yeğeni Yusuf rolünü  büyük bir başarıyla sergiliyor. Yusuf karakteri filmin hikayesinde adeta omurga görevi yapıyor. Hem sisteme uymak zorunda hisseden, hem amcasını kurtarmak isteyen, çelişkiler yaşayan, büyük resmi görmeye çalışan,  iyi niyetli bir genç Yusuf. Onun kararları ve olayların akışını değiştirdiği anlar filmin hikayesini de başka bir yere taşıyor.  Filmin müziklerini, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’ndan Bajar grubu üstlenmiş, bu grup Kürtçe, Zazaca ve Türkçe folk rock müzik yapıyormuş, filmin müzikleri de ödül almayı hak edecek kadar orijinal ve başarılıydı doğrusu.

Az salonda gösterime girse de, yakaladığınız yerde şans vermenizi altını çize çize tavsiye etmek istediğim, hem sinematografik açıdan, hem senaryo, hem de oyunculuklar açısından tam kıvamında bir Türk filmi izlemek isteyenlerin hiç şüphe etmeden görmeleri gereken, sinemamızın gidişatı adına ümit veren bir ilk film.

Not: Bu yazı populersinema.com sitesinde yer almıştır.

Kasap Havası Uluslararası Premiyeri Yapıldı!

Çiğdem Sezgin’in yazıp yönettiği ilk filmi “Kasap Havası”, uluslararası premiyerini 17 Kasım tarihinde Tallinn’de yaptı.  PÖFF 20 Blacknights Film Festivali’nde yarışan tek Türk  filmi olan “Kasap Havası” festivalde beğeni topladı. Film sonrasında ekip seyircilerin sorularını yanıtladı.

22. Uluslararası  Adana  Film Festivali’nde  En İyi Müzik, 6. Uluslararası  Malatya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu, 3. Altın Defne Film Festivali’nde En iyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu  ödülünü alan filmde konu şöyle: Taksi şoförü Ahmet, annesinin istediği biriyle nişanlanmak üzereyken Leyla adlı olgun bir kadınla ilişki yaşamaya başlar. İkisinin arasındaki tutkulu birliktelik evlenme fikrini doğurur. Bu esnada Leyla’nın yıllar önce birlikte olduğu Semih, Almanya’dan döner. Semih’in gelişiyle ilişkilerindeki dengeler iyice altüst olur.

Toplumsal iki yüzlülüğümüz ve geçmişe takılı kalma sorunumuz üzerine yoğunlaşan film, aynı zamanda kadın-erkek ilişkilerine de ışık tutuyor.  Yönetmen,  gerçek hayattan aldığı karakterleri film aracılığıyla birbirleriyle tanıştırdığını söylüyor. Film ülkemizde 9 Aralık’ta vizyona giriyor.

Bu Sene İstanbul Film Festivali’nde…

5 senedir İstanbul Film Festivali’nde çeşitli filmlerin altyazı çevirmenliğini yapıyorum. Bu sene (2016) RODINNY /BİR AİLE FİLMİ isimli filmin İngilizce çevirisinden Türkçe’ye çevirisini yaptım ve altyazı fırlatmasını da gerçekleştirdim.

Festivalin diğer değerli filmlerini izlemekten de geri kalmadım tabii 🙂