Karakomik Filmler

Cem Yılmaz’ın her filminin basın gösterimine koşa koşa giderim. Ben gene neyse de, kendisi de yıllardır her filminin basın gösterimine koşa koşa geliyor, bu beni çok mutlu eden bir detay doğrusu. Filmden önce ufak bir konuşma yaptı, bu konuşmada canımız Sadi Bey’imize geçmiş olsun demeyi de ihmal etmedi. Filmi bizimle birlikte izledi ve çıkışta oyuncuların da katılımıyla basının sorularını yanıtladı. İşini bu denli ciddiye alması ve sorumluluk sahibi olması çok hoş.

Filmle ilgili düşüncelerime ise buradan ulaşabilirsiniz..

Babamın Kanatları’nın Yönetmeni Kıvanç Sezer’in Yeni Filmi Küçük Şeyler’den İlk Fragman

Dünya prömiyerini 51. Karlovy Vary Film Festivali’nde ana yarışmaya seçilerek gerçekleştiren, ülkemizde 23. Adana Film Festivali’nde yedi, 53. Antalya Film Festivali’nde altı ödül kazanan Babamın Kanatları ile sinema dünyasına etkileyici bir giriş yapan yönetmen Kıvanç Sezer, geçtiğimiz yıl Büyükada Adalar Kent Konseyi’nde de konuğumuz olmuştu. Babamın Kanatları’nı ada sakinleriyle izledikten sonra kendisiyle keyifli bir söyleşi gerçekleştirmiştik.

Genç yönetmenin o söyleşide de ipuçlarını verdiği ikinci uzun metraj filmi Küçük Şeyler’in çekimleri başladı. Lüks bir sitede oturan kişilerin etrafında dönen hikayelere odaklanan filmin ilk fragmanı ve posteri paylaşıldı.

Gişe Memuru, Sarmaşık ve Kelebekler gibi birbirinden başarılı filmlere imza atan, sevilen yönetmen Tolga Karaçelik, filmin yapımcıları arasında yer alıyor. Küçük Şeyler’in oyuncu kadrosunda ise Alican Yücesoy, Başak Özcan, Bülent Emrah Parlak, Seda Türkmen, Tuğçe Altuğ gibi isimler yer alıyor.

Fragman ilgi çekici,Sezer’in ilk filminden çok farklı bir türe ve atmosfere sahip gibi duruyor. İster istemez son zamanların ilgi çekici filmlerine imza atan Yorgos Lanthimos’un tarzına benzettim, o tekinsizlik, huzursuzluk, absürtlük anları, müziğin tuhaf gerilimi…

Her ne kadar Babamın Kanatları’ndan çok farklı dursa da, Sezer için akrabalıkları olan filmler olacak bunlar, hatta bir üçleme gibi düşündüğü bir bağ kuruyor gelecek projeleriyle ilk filminin arasında. İzleyip göreceğiz. Yönetmen arkadaşıma başarılar diliyorum, film Karlovy Vary Film Festivali’nde Ana Yarışma’ya seçildi. Umarım Küçük Şeyler’i en kısa zamanda Büyükada’da da izler, söyleşiriz. Kıvanç’ı tanıyan biri olarak, genç bir yönetmen olarak samimiyetinden, çalışkanlığından ve kaliteli işler çıkarma gayretinden en ufak bir şüphem yok, geleceğin başarılı yönetmenleri arasında sayılacağını şimdiden gösteren işler yaptığını düşünüyorum. Yolu açık olsun.

Afiş

Şubat ayında Gazeteci Emrah Kolukısa’nın youtube programına konuk olan Kıvanç Sezer ve Tolga Karaçelik, projeden bahsetmişlerdi, onu da sinemascope’dan izleyebilirsiniz:

Wonder Woman! Hem de Türkçe Altyazılı Fragmanıyla!

“Wonder Woman” 2 Haziran 2017’den itibaren, tüm dünyada vizyona girecek.

Wonder Woman olmadan önce Amazon prensesi olan Diana (Gal Gadot), yenilmez bir savaşçı olarak yetiştirilmiştir. Eğitildiği gizli cennet adanın üzerinden geçen bir Amerikan pilotun uçağı düşer ve pilot baygın olarak adanın kıyılarında bulunur. Pilot, Diana’ya adanın dışındaki dünyada büyüyen savaş tehdidinden bahseder. Bu tehdidi durdurabileceğine inanan Diana, adayı terk eder. Diana bu sayede tüm güçlerini ve gerçek kaderini keşfedecektir.

teaser poster

Patty Jenkins’in yönettiği filmin senaryosu Allan Heinberg ve Geoff Johns’a, hikayesi ise Zack Snyder & Allan Heinberg’e ait. Film, 2 Haziran’da 3D, IMAX 3D, Türkçe dublaj ve Türkçe altyazılı seçenekleriyle vizyona girecek!

Örümcek Adam Kostümünü Giyiyor!

 

Jon Watts yönetmenliğindeki Örümcek Adam Eve Dönüş Türkçe altyazılı fragman yayınlandı! Peter Parker’ı Tom Holland canlandırıyor.
7 Temmuz 2017’de vizyonda, unutmayın!

 

 

Uzay Yolcuları / Passengers Geliyor!

Aurora ile Jim, 120 yıl boyunca uyuyarak başka bir gezegene gitmekte olan yolcuların arasındaki iki kişidir. Fakat uyku kabinleri onları yanlışlıkla 90 sene önce uyandırır. İkisi de bu hatanın sebebini bulmak ve binlerce yolcuyla uzayda ilerlemekte olan gemilerinin kaderini değiştirmek zorunda kalırlar.

Jennifer Lawrence (Aurora) ve Chris Pratt (Jim) bu heyecanlı ve gerilim dolu bilim kurgunun baş rollerinde yer alıyorlar.

Yönetmenliğini Enigma filmi ile dikkatleri çeken Morten Tyldum’ın üstlendiği yapımın senaryosu ise Doctor Strange’in senaristi Jon Spaihts tarafından yazılmış.

Vizyon tarihi ise 13 Ocak 2017. Merakla bekliyoruz!

 

 

Aynanın İçindeki Büyülü Sırlar…

Lewiss Carroll ismiyle ünlenmiş Charles Lutwidge Dodgson isimli yazarın 1865 yılında yazdığı klasikleşmiş fantastik roman Alice Harikalar Diyarında’yı duymamış olan yoktur. Hikayede Alice adlı bir kız çocuğu, ormanda bir tavşan deliğinden geçerek başka bir dünyaya giriş yapmış olur. Burada başına gelen olaylarla aslında yetişkin dünyasının saçmalıklarına eleştiriler gelir ve bu hikaye bir nevi Alice’in büyümesini, kişiliğinin gelişimini anlatır. Lewis Carroll, bu romanın devamı olarak 1872’de Aynanın İçinden adlı romanı yazar.

Çocuk kitabı gibi görünse de yetişkinlere de hitap eden bir yapısı vardır romanın. Alice Harikalar Diyarında, 1903’te Cecil Hepworth tarafından sessiz film olarak çekilmiş. Bu, eserin ilk film uyarlaması olmuş elbet.

Hikayenin uyarlaması olmayan ama etkilerinin hissedildiği sinema filmleri de mevcut, örneğin Matrix’te “follow the white rabbit” konusu vardır malum. Yine Resident Evil filminde hikayeye olan göndermeler epey açıktır. Zira bir çocuk romanı olarak da değerlendirilmesi bir yana, içinde yüzlerce gizli mesaj barındıran bir yapıttır Alice Harikalar Diyarında ve bu gizli mesajlar genelde büyüklere yöneliktir.

2010 yılında çılgın yönetmen Tim Burton Johnny Depp ile  yedinci kez bir araya gelerek Alice in Wonderland filmini çekti. Ekipte elbette eski karısı Helena Bonham Carter da vardı. Alice karakterini ise Mia Wasikowska canlandırıyordu. Tim Burton gibi çılgın bir hayal gücüne sahip olan ve bu hayal gücünü beyazperdeye olduğu gibi aktarmada bu denli başarılı bir yönetmenin böyle renkli, özgün ve oyunlu bir hikayenin filmini çekeceği haberi elbette beklentileri fazlasıyla artırmıştı, kanımca çoğunlukla bu sebeple film çok da beğenilmedi, eksikler bulundu, hayal kırıklıkları yaşandı, epey eleştirildi doğrusu.

Romanın devamı olan Aynanın İçinden bu kez beyazperdede! Yönetmen koltuğuna bu kez Muppets filmlerinin yönetmeni James Bobin oturmuş. Tim Burton’un çektiği filmin devamı niteliğinde kurgulandığından, cast aynı. Harikalar Diyarı, bu kez beklenmeyen bir misafirin ziyaretiyle başlıyor. Misafir bu büyülü evreni yavaş yavaş keşfediyor. Ortalık epey karışıyor fakat krallığın kurtuluşu için herkes yeniden biraraya geliyor.

Geçen sene roman 150 yaşına girmişti ve romanın bu oyunlu hikayesi sinemada karşımıza çıkmaya devam edeceğe benzer. Önceki denemeleri de bir hatırlayalım:

Alice in Wonderland (1951): Walt Disney uyarlaması çizgi animasyon adeta Alice Harikalar Diyarında dediğimizde aklımıza gelen ikon olmuştur. Alice karakterini Kathryn Beaumont seslendiriyordu. Mad Hatter ise Ed Wynn idi. TV’de çok yayınlandı ve çocukluğumuzda bizi Alice ile tanıştıran belki de ilk görüntüler bunlar oldu.

Alice’s Adventures in Wonderland (1972): Müzikal bir uyarlama olan film 1973’te BAFTA en iyi kostüm tasarım ödülüne layık görüldü. Filmde Alice’yi Fiona Fullerton oynadı. Yönetmen ise William Sterling. Çok başarılı bir uyarlama olarak anılmasa da o yıllar için değişik bir denemeydi.

Alice In Wonderland (1985): İki bölümlük bir tv dizisi olan bu uyarlama 80’li yılların film atmosferlerini temsil ettiğini söyleyebileceğimiz, çok keyifli bir film. Harry Harris’in yönettiği dizi filmde Alice’yi Natalie Gregory canlandırırken ona Red Buttons, Jayne Meadows gibi isimler eşlik ediyor bu macerada.

Alice Through The Looking Glass ( 1998):  Kate Beckinsale ve Steve Coogan başrollerde. Yine bir tv filmi olarak çekilmesine rağmen, devam romanının en iyi adaptasyonu olarak anılır.

Alice in Wonderland (1999): Televizyon için çekilen film Nick Willing imzalı. Alice’yi canlandıran ise oyuncu Tina Majorino. Yapımın dört dalda Emmy ödülü var.

Alice in Wonderland (2010):  Tim Burton imzalı filmin senaristi Linda Woolverton. Filmde Johnny Depp, Mia Wasikowska, Helena Bonham Carter ve Anne Hathaway önemli rolleri paylaşıyorlar. Film dünya çapında 1 milyar dolardan fazla hasılat elde ederek yönetmenin o zamana kadar gişe başarısı en yüksek filmi olmuştu, fakat başta da değindiğimiz üzere farklı eleştiriler aldı. Filmin görsel estetiği, gerekli teknik efektleri ve kurgusuna söylenecek yoktu doğrusu, o rengarenk evren yaratılmıştı fakat eleştiriler genelde hikayenin anlatımındaki eksikliklerden ve  CGI efektlerin kimi zaman gereksiz ve fazla kullanılarak göz yorduğu üzerineydi, filmin 3D olması da o büyülü evrene yeterli gücü vermemişti. Burton bu eleştirilere cevaben kendi yapımını bir Alice Harikalar diyarında filminin devamı ya da onun “yeniden kurgusu” olarak görmediğini, kitabı okuduktan sonra tamamen bilinçli bir şekilde hikayeyle oynayarak kendi kurgusunu yarattığını belirtti. Yapım, 83. Akademi Ödülleri’nde en iyi sanat yönetimi ve en iyi kostüm tasarım ödülüne layık görüldü. Avril Lavigne’nin film için yaptığı Alice adlı şarkı MTV hayran müzik ödülleri sahibi oldu.

Alice in Wonderland: Through the Looking Glass (2016):  2012 tarihinde Variety dergisi Alice in Wonderland’ın devam filminin geliştirilme aşamasında olduğunu ve önceki filmde olduğu gibi Linda Woolverton’ın bu film için de senaryo yazdığını açıklamıştı. 2013’ten itibaren ise yönetmen ve oyuncular belirlendi ve basına açıklandı. Film bu ay Türkiye’de Alis Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden adıyla gösterime girecek. Tim Burton bu kez filmin yapımcı koltuğunda yerini alıyor. Filmde  Sacha Baron Cohen ve Rhys Ifans gibi isimler de var. Ana çekimler Shepperton Stüdyoları’nda 2014’te başlamış ve aynı yıl son bulmuş. Filmin fragmanları 2015’ten beri servis ediliyor.

Not: Bu yazı Mayıs Cinedergi.com sayısında yayınlandı.

Fantastic Beasts and Where To Find Them – Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?

Fantastik dünyalar yaratabilen öykülerin, çizgi romanların sinemaya uyarlanması haliyle çok göz doyurucu, yaratıcı, renkli, şatafatlı oluyor. Dünya çapında son derece büyük ilgiyle okunan, ardından sinema uyarlamaları da büyük coşkuyla karşılanan Harry Potter serisinin ünlü kadın yazarı J.K Rowling, seriye ek olan bazı hikayeler de yazdı.  Örneğin bunların arasından, sekizinci Harry Potter hikayesi  olan ve Harry Potter’ın en küçük oğlu Albus’u konu alan, Harry Potter and the Cursed Child 2015’te, iki sahnelik oyun olarak tiyatro halinde getirildi ve biletler satışa sunulduğu birkaç saat içinde tükendi. 2001’de ansiklopedimsi bir yan kitap olarak yazdığı Fantastic Beasts and Where To Find Them (Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?)’de ise Rowling teker teker büyü dünyasındaki fantastik yaratıkları betimliyordu. Warner Bros, 2013 yılında bu ders kitabı niteliğindeki hikayeyi 3 filmlik bir seri olarak sinemaya aktarmayı kararlaştırdı. Daha sonra 5 filmlik bir seri olarak fikri güncellediler.  Yönetmen koltuğuna,  son dört Harry Potter filminin de yönetmeni olan David Yates oturtuldu. Filmin senaryosu ise tek başına Rowling’e ait.

Hikaye 1920’lerde geçiyor, yani Harry Potter’ın yaşadığı dönemden çok çok öncesine dayanıyor. Bu arada hemen söylemek isterim, filmin Harry Potter serisi ile kıyaslanmasını doğru bulmuyorum. Aynı yazarın, hayal gücüyle hayat verdiği benzer hatta ortak bir büyü evreni yaratmış olması, bu filmin Harry Potter’la kıyaslanmasını gerektirecek bir durum değil bence.

Eddie Redmayne’nin canlandırdığı Newt Scamender, aslında Fantastic Beasts and Where To Find Them isimli bir kitap yazacak olan ve büyü yetenekleri olan, yolu Hogwarts okulundan geçmiş, İngiliz bir yazar. Bu arada Fantastic Beasts and Where To Find Them, fantastik yaratıklar ve onları nerelerde bulabileceğimiz anlamına geliyor fakat maalesef filmin isminde yaratıklar canavarlar olarak çevrilmiş, filmdeki yaratıkların birer canavar olduğunu düşünmüyorum şahsen. Hikayede Scamender New York’a ayak basıyor ve valizindeki yaratıklar teker teker kaçarken ülkede “kötü güç”ün ortaya çıkmasında bunun bir payı olduğu düşünüldüğü için Scamender’ın başı belaya giriyor. Ortaya çıkan yaratıklar da, savaş sahneleri de Yates’in elinde gerçekten şölene dönüşmüş. Fakat savaş sahnelerinin gözü yorduğunu ve bazen takip edilemez hale geldiğini de söylemek gerek. Özellikle filmin aşırı tempolu bir savaş sahnesiyle açılması da izleyiciyi daha ısındırmadan yoran başka bir yönetmen tercihi bana kalırsa. Ezra Miller’ın başarıyla canlandırdığı Credence karakteri, filmin ve hikayenin en önemli unsuru aslında çünkü kötülük onun içinde can bulsa da aslında Credence tacize uğramış ve sevgi görmemiş çocukluğunu oturtacak bir zemin bulamadığından eline geçirdiği kötülük gücünü kontrolsüz bir şekilde kullanmak durumunda kalıyor. Etrafta yaratıklar ve kötücül güç olsa bile, bu kötücül gücün can bulmasına sebep de yine insanlık oluyor aslında ve film meselesini ortaya koymuş oluyor aslında, biz insanlar, yaşamdaki en tehlikeli varlıklarız. Colin Farrell’ın başarıyla canlandırdığı Graves karakteri de filmde  önemli ve içi dolu bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Zaman zaman gerilim ve hatta neredeyse korku filmi izliyormuşuzcasına film noir’a dönüşen atmosferler de yaratılmış, özellikle Credence’ın yaşadığı evdeki sahnelerde ve aksiyonun yoğun olduğu anlarda. Sevimli yaratıklar/hayvanlar da kullanılan CGI tekniğiyle oldukça renkli, canlı ve etkileyici görünüyorlar. Karakterler, mekanlar, dönemin atmosferini yansıtmak açısından da oldukça başarılı şekilde tasarlanmış doğrusu.

Filmde oldukça önemli bir yeri olması gereken büyücü Tina maalesef çok sönük kalmış. Katherine Waterston sanırım bu rolün hakkını verememiş. Herşeyin Teorisi ve Danimarkalı Kız filmlerindeki muhteşem performanslarıyla gönlümüzü kazanan Eddie Redmayne’nin de bu filmde çok etkileyici bir oyunculuk sergilediğini söylemek zor, bu filmdeki favori oyuncu/karakter benim için pastacı Jacob rolüyle harikalar yaratan Dan Fogler oldu. Ona aşık olan Queenie Goldstein rolündeki Alison Sudol da ikinci favorim, bence filmin esas yıldızları onlardı.

Bakalım serinin devamı nasıl gelecek. 3D izlenen, bol bol CGI efektleri kullanılan ve savaş sahneleri olan bu tarz filmlerde göz yorucu uzun sahnelerden kaçınılsa bence bu tarz fantastik dünyaların içine daha rahat girebileceğiz. Şans verin, Harry Potter ile kıyaslamadan başka bir büyü evrenine daldığınızı hayal edin derim. İyi seyirler.

Not: Yazı populersinema.com’da yayınlanmıştır.

Captain Fantastic – Kaptan Fantastik

Kaptan Fantastik isimli bu müthiş filmi Adana Film Festivali’nde izleme şansı bulmuş ve umarım vizyona da girebilir demiştim, çok şükür ki vizyon şansı buldu. Film bir geyik avıyla başlıyor. Ormanda farklı yerlere saklanmış çocukların yüzlerini gözlerini boyamış şekilde geyiği gözlediklerini, sonra içlerinden birinin geyiği vurduğunu, cansız bedenini taşıdıklarını, hatta derisini yüzdüklerini vs  izliyoruz ve vahşi bir hikayenin içine çekildiğimizi düşünüyoruz. Sonra işin aslını öğreniyoruz.

Amerika’nın Kuzeybatı Pasifik ormanlarında 6 çocuğu ile birlikte medeniyetten uzak bir hayat kurmaya karar vermiş bir çiftin çocukları bunlar. Aile, çocuklarını okula göndermemiş, kendileri eğitmek istemişler. Ama ne eğitim! Tüm klasikleri okutarak, dünyada olup biten politik, çevresel, ne var ne yoksa öğreterek, ama asla ezber bilgi de öğretmeden, her şeyin mantığını kavratarak, tüm müzikleri dinleterek ve hatta çaldırarak, söyleterek, doğada karşılarına çıkabilecek her türlü zorluğa karşı taş gibi güçlü olmalarını sağlayarak; bu uğurda canları tehlikede olsa bile… Örneğin dağ tırmanışı yapıyorlar, çocuklardan biri elini incitiyor ve bu asla bir dramaya dönüşmüyor, aksine bu tarz zorlukların sonuçları, kazanılmış bir madalya gibi karşılanıyor.

Karısının hastalanması ve hastanede tedavi görmeye başlaması üzerine çocuklarını tek başına bu şekilde yetiştirmeye devam eden baba Ben’i izliyoruz biz. Ben, bir süre sonra karısının öldüğünü öğreniyor ve çocuklarıyla bu acı gerçeği pat diye paylaşıyor. Karısının ailesi Ben’e kızgın, neredeyse düşman. Bu yaşam stiline karşılar ve çocukları “uygun bir şekilde”, modern -ve kapitalist- düzenin içinde yetiştirmek istiyorlar. Annelerinin cenazesine katılmak isteyen, ama babalarını bırakmak istemeyen çocuklar, modern dünyayla karşılaştıklarında sudan çıkmış balığa dönüyorlar ve babalarını sorgulamaya başlıyorlar. Onlarla birlikte, biz de…Biz de dedim çünkü film, hiçbir yaşam stilinin tarafını tutmuyor, hatta seyirciye bu konuda şaşırtmaca yaptığını da söyleyebiliriz hikayenin akışının. Zira, ilk başta izlerken, “evet, bu şekilde eğitim harika, kapitalist sisteme karşı durabilmek müthiş, böyle bir dünya mümkün”  gibi duygularla takip ediyorsunuz Ben’in aldığı kararları, hikayenin akışı, Ben’i gözümüzde bir kahraman, güçlü ve ne yaptığını bilen bir erkek haline getiriyor. Şehirde yaşananlardan sonra ise Ben’in kararlarını sorgularken, aynı adama baktığımızda, ne yaptığını bilmeyen, zayıf bir adam da görebiliyoruz. Burada Ben’i muhteşem bir performansla hayata getiren oyuncu Viggo Mortensen’i de alkışlamak gerek kuşkusuz. Oyunculuğa değinmişken, bahsettiğimiz bu altı çocuğun altısı da oyunculuk başarılarıyla ağzımızı açık bırakıyor adeta.

Filmin senaryosunu yazan ve yönetmenliğini yapan isim Matt Ross, bizi bu yapımla çok heyecanlandırdı doğrusu. Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü almış olması isabet. Sıradışı bir öyküyü, muhteşem bir sinematografi, hayran olunacak derecede doğal oyunculuklar, güzel müziklerle harmanlamayı başarmış Ross. Aile olmak, anne baba olmak,  gündelik hayat, Amerika’nın modern yapısı, insan aslında ne ister, başarı nedir gibi büyük sorular soran, değerli bir film. Sakın kaçırmayın, bu günlerce aklınızdan çıkmayacak filmi, beyazperdede izlemenin tadına varın.

Filmin “hippi” ruhuna uygun kostüm/dekor detayları muhteşem. Özellikle öldüğünde yakılmak istediği halde kadına düzenlenen cenazeyi çocukları ve kocası olarak ışıl ışıl, pastel renkli kıyafetlerle bastıkları sahne, akıldan çıkacak gibi değil, hem işin dini boyutu ve meselesi, hem de yaratılan atmosfer ve  görsel başarı itibariyle.

Not: Yazı populersinema.com’da yayınlanmıştır.

Doctor Strange – Doktor Strange

2000’lerin başında özellikle,  teknolojinin geldiği noktayla, yıllar öncesinin çok satılan çizgi romanlarının beyazperdeye aktarılması kaçınılmazdı. 2009’da Walt Disney tarafından satın alınan meşhur çizgi roman yayımcısı Marvel;  Iron Man, Thor, Captain America gibi efsanevi karakterlerinin sinematik evrendeki karşılığını hemen oluşturdu tabii ki büyük bir iştahla. Çizgi romanın halihazırda varolan hayranları da, sinemada yüksek bütçeli, süper-kahraman odaklı blockbuster izlemeyi seven sinemaseverler de,  elbette getirdikleri milyonlarca dolarlık gişe hasılatlarıyla, yapımcılara doğru yolda olduklarını gösterdiler. (Aynı zamanda Marvel imzalı TV dizileri de oldukça başarılı oldu.) Bu yeni oluşmuş sinematik evreni bayıla bayıla izlesek de bir süre sonra formülü çok basitçe oturtulmuş bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. Teknolojik açıdan, görsel tasarım anlamında harikalar yaratsa da bu yapımlar, hikayeleri bizi çok da tatmin etmemeye başladı aslında. Artık bir  süper kahraman hikayesini beyazperdede izleyeceğini bilen her izleyici, filmlerin başını sonunu, kimin iyi, kimin kötü olduğunu ve bu gibi temel detayları tahmin eder oldu.

 

En son Captain America: The Winter Soldier filminde Doctor Strange ismini duyduk ve heyecanlandık. Zira Doctor Strange’in hikayesi diğer süper kahramanlardan biraz farklıydı çizgi romandan itibaren. Kahramanımız modern dünyada yaşayan, gayet “normal”, ve fakat işinde çok başarılı,  bu yüzden oldukça kibirli, hatta küstah bir beyin cerrahı. Yaşama bağlı olduğu tek olgu başarı ve para olan, yakışıklı bir cerrah Strange. (Üstelik bu hikayede diğer hikayelerde görmediğimiz başka olgular da karşımıza çıkacak: paralel evrenler, astral boyutlar, uzay-zaman olguları, büyüler, büyücüler, bilgelik, mistisizm…)

İşte bu başarılı cerrah Stephen Strange (filmde, gayet başarılı bir performansla Benedict Cumberbatch), iş hırsı yüzünden bir trafik kazası geçiriyor ve işinin en önemli enstrümanı olan ellerindeki sinirler zarar görünce artık mesleğini yapamaz hale geliyor. Tibet’te yaşamakta olan The Ancient One (İncil’de Tanrı isimlerinden biri olarak geçen “Ancient of Days”, genelde  beyaz saçlı bir erkek olarak resmedilmiştir. Bu figürden yola çıkılarak oluşturulmuş olan The Ancient One karakteri çizgi romanda da yaşlı bir erkekken, filmde dazlak bir kadın – caanım Tilda Swinton- olarak karşımıza çıkıyor.) adlı büyücünün varlığını öğrenmesi, onun için yeni bir umut oluyor, çünkü elleri olmadan asla kimsenin hayatına dokunamayacağını ve mutlu olamayacağını düşünüyor. Eski sevgilisi ona, “hayatlara başka şekilde de dokunabilirsin, bu hırsı bırak” demiş olsa da…

Daha önce genellikle gerilim ve korku türünde filmler çekmeyi tercih etmiş olan yönetmen Scott Derrickson, alternatif gerçeklerin ne olabileceği üzerine oturtulmuş bu hikayeyi sinemaya aktarırken muhteşem bir kaleydoskopik evren yansıtmayı başarmış beyazperdeye. Hollandalı grafik sanatçısı M. C. Escher’ın işlerinden ilham aldığını söyleyen görüntü yönetmeni Ben Davis’in adını anmadan olmaz burada tabii.  Bu arada yapımcıların Derrickson’la çalışmayı tercih etmelerinin bir sebebi de yönetmenin bu çizgi romana hakimiyeti , bu hikaye üzerinden sinemaya yansıtmak istediklerini ifade edişi ve önceki doğaüstü filmlerinin başarısıymış.

Saykodelik, rengarenk altyapısı bir yana, Derrickson, kahramanlarımızın içinden geçtikleri paralel evrenleri kurarken,  Inception filminde gördüğümüzde bizi epey şaşırtmış ve etkilemiş olan binaların eğrilip bükülmelerinin bir benzerini  de yaratmış. IMAX 3D izlendiğinde neredeyse halisünatif etki yaratacak boyutta gözü yanıltan, şaşırtan, etkileyen görsel efektlerle bezemiş böylelikle filmi. Demin de bahsettiğimiz gibi, Derrickson’ın kendini bulma serüveninde karşımıza çıkacak olan  “gerçek nedir, güç nedir, ruh nedir, ego nedir, gurur nedir, bilim nedir, inanç nedir” konularının kullanımı da, çok derine iniyor olmasa da, filmi diğer süper kahraman filmlerinden ayıran bir özellik neticede.

Gelelim Marvel evrenindeki şu “sonsuzluk taşı” meselesine.  Malum büyük kötü karakter Thanos’a doğru gidiyor tüm Marvel filmleri ve tek bir noktada buluşacağa benziyor tüm hikayeler. Altı adet Tanrısal güç taşıyan sonsuzluk taşı var: Uzay, Zaman, Zihin, Güç, Ruh, Gerçeklik. Zaman taşı dışında diğer tüm taşlar diğer filmlerde kendilerini bir biçimde göstermişlerdi. Zaman taşı ise meçhuldü. Filmde Doctor Strange’nin ulaştığı ve boynuna takarak zaman kırılmalarını sağladığı The Eye of Agamotto’nun içinde parıldayan zaman taşı değil de nedir?

Son olarak çizgi romana hakim olanların bileceği, Strange’in kızkardeşinin henüz çocuklarken boğulması ve Strange’nin bu sebeple doktorluğa özenmesi gibi detaylar filmde yok ama aslında çekmişler ve çok büyük ihtimalle “kesilmiş sahneler” bölümüyle DVD ya da Blueray’de yerini alacakmış, bunu da bizden duymuş olun. Diyeceğim o ki, içi dolu bir kahramanlık öyküsü izlemenin keyfine vardığımı söyleyebilirim, sadece insanoğlu doyumsuz, yetinemediğim durumlar yok değil. Zira bu tarz spiritüel meseleleri sinemayla birleştirmek aslında o kadar dahice ve bir o kadar da değerli, bir o kadar da zevkli ki kanımca, örneğin Matrix filmlerini hatırlayalım, sinematografik açıdan pek çok yeniliği barındıran bir bilim kurgu olduğu için hayran olmamız bir yana, içerdiği felsefi söylemlerle de yıllarca hakkında konuşturmuştu. Bu tarz felsefi doluluğu olan filmlere açken ve Doctor Strange de bir yanıyla buna soyunmuşken, daha da sağlam söylemler içeren bir senaryo ile karşımıza çıkabilirdi diye düşünüyorum. Son kertede, koşa koşa IMAX’de izleyin, sonra üzerine konuşalım. 

Az kalsın unutuyordum;  Marvel filmlerinde çoğunlukla olan bir geleneği yine de hatırlatma ihtiyacı duyuyorum. Film bitti zannedip salondan çıkmak için acele etmeyin. Jenerikten sonra karşınıza çıkacak olan, after-credits adı verilen ve devam filmlerine selam çakan önemli sahneleri kaçırmayın.

Not: Yazı populersinema.com’da yayınlanmıştır.