Prenses Kaguya Masalı/The Tale of the Princess Kaguya

Prenses Kaguya Masalı adlı animasyon film, bir 10. yüzyıl Japon halk masalı uyarlaması. Masalın gerçek iki adı Türkçe’ye “Oduncunun Masalı” ve “Prenses Kaguya” olarak çevrilebilir. Mevcut en eski Japon edebiyat eseri olduğu söyleniyor. Bir bambu ağacının çiçeğinin içinden çıkan parmak kadar bir kızın bambu gibi hızla büyüyüp serpilmesini ve bir prensese dönüşmesini anlatan hikayeyi 2013 yılında Isao Takahata beyazperdeye aktarmış.

Ülkemizde !f İstanbul Film Festivali’nde gösterilmiş olan animasyon film,  13 Mart haftasında vizyon şansı buluyor.

Animasyonda ustalıklı işler hep Japonya’dan çıkıyor bildiğimiz gibi, Isao Takahata da çok uzun yıllardır yeni bir iş çıkarmamış, yaşı geçkin ve usta bir yönetmen, kendisi aynı zamanda Japonya’nın meşhur Studio Ghibli’sinin de kurucularından.

Sanki suluboya ile muhteşem şekilde çizilmiş bir masal kitabının sayfalarından akıyor gibiyiz illüstrasyonları izlerken, ormanda bambu ağaçlarını keserek geçimini sağlayan evli ve çocuksuz oduncunun bu büyülü küçük kızı çiçeğin içinde buluşu ve kendisini kutsanmış sayarak bu küçük kızı karısının da yardımıyla halkın içinden basit biri gibi değil de bir prenses gibi yetiştirmek istiyor oluşu, bunun için elinden geleni ardına koymayışı… Fakat bu küçük ve güzel kızın, bırakın halktan olmamayı, dünyadan bile olmayışını, bir rüyanın içindeymişçesine izliyoruz. Filmin hikayesi zaten öncesinde herşeyi bir mantığa oturtma gayesini güdüyor ama bir süre sonra herşey rüya’laşıyor, bir hayalin içinde rengarenk, pastel tonlarda ilerliyoruz.

Bu gizemli güzel kız başta doğayla o kadar içiçe, kendi doğalına da o kadar düşkün bir tablo sergiliyor ki, asla prenses olmayacak, yaban halini savunacak ve ona dönecek zannediyorsunuz ama bu çok bildik ve sıradan bir öykü olurdu, öyle değil mi? Kaguya ismi takılan bu kızın çok daha “metafizik” durumları var, o bu dünyadan değil, çevresi tanrıçalarla, Buddha ile, uçuşan perilerle çevrili…O bu dünyada bir nevi “deneyim” yaşayacak, kederi ve sevinci deneyimleyecek, sonra Ay’a geri dönerken tüm bu yaşadıklarını unutacak. Filmde reenkarnasyon fikri de öne çıkıyor.

Her zaman karşımıza çıkacak bir animasyon örneği değil bu, görsel doygunluk açısından da, bir Japon halk masalının içinde kaybolmak açısından da.. Adeta bir cevher Prenses Kaguya Masalı.

 

Düşyeri’nde Ayas’ı Konuştuk!

Geçtiğimiz haftalarda vizyona giren Ayas, sinemada gösterilen ilk Türk çizgi filmi olma özelliğini taşıyor. Filmin tüm detaylarını Ayas’ın yaratıldığı Düşyeri’nde, projenin yaratıcılarından senarist Ayşe Şule Bilgiç ile konuştuk…

Melis Z. Pirlanti: Şu anda Düşyeri’ndeyiz. Herkesin bildiği ve sevdiği Pepe karakterinin yaratıcısısınız Ayşe Hanım, Düşyeri ile birlikte. Pepe’den sonra şimdi bir sinema filmi Ayas’la karşımızdasınız. Önce biraz Düşyeri’nden bahsedelim mi?

Ayşe Şule Bilgiç: Tabii, Düşyeri bundan beş yıl önce çizgi film konusunda faaliyet göstermek için, daha da doğrusu Türkiye’de çizgi filmi var etmek için kuruldu. Bu benim düşümle başlayıp onlarca yol arkadaşımın düşü haline geldi. Bu noktaya tek başıma gelmedim tabii, keza Kıraç’ın da her anlamda büyük katkısı oldu. Biz Türkiye’de Türk çizgi filminin eksikliğini hisseden bir ekiptik. Çizgi film konusunda ciddi eğitim almış sanatçı arkadaşlarımızla beraber, neden Türkiye’de böyle bir sektör yok, neden yapılamıyor, neden birim kültürümüze ait ürünler çıkmıyor diye hayıflanarak yola koyulduk. Bunların çok önemli sebepleri var, Türkiye’de çizgi film yapmayı ilk biz akıl etmedik tabii ama özellikle 5 yıl öncesinde bütün istatistikleri önünüze koyduğunuzda Türkiye’de çizgi film yapılmamasını söylüyordu bütün veriler.

Teknik anlamdaki eksikler mi?

Yetişmiş insan yok yeterli, altyapı yok, nasıl yapılır diye yeterli bir “know how” yok.

Eğitim de yok pek galiba?

Eğitim var ama çok kısıtlı tabii. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde 15 yıldır yılda 15 mezun veren bir çizgi film bölümü var. Yılmaz Büyükerşen’in 15 yıl önce bir gün çizgi film yapılacak dediği ve Eskişehir’de kurduğu bir bölüm, inanılmaz yetenekli çocuklar yetişiyor. Tüm bu yokluk içinde bugüne kadar kimsenin çizgi filme yatırım yapmaması çok mantıklı. Hasbelkader bir çizgi film ürettiniz, bunun yayıncısı yok, bir pazar, bir sektör diyebilmemiz için üreticisi alıcısı toptancısı olan bir pazardan bahsedemiyoruz.

Melis Z. Pirlanti: Televizyon aslında böyle ürünleri bekleyen ve buna açık bir mecra değil mi?

Ayşe Şule Bilgiç: Evet ama ekonomik olarak mümkün değil. Bu kadar yıl bu işi yapıp, rakam vermeyeyim, 1 birime ürünü verirken ve dünya markası bir ürüne bunu verirken siz burada Türkiye’de benzer bir ürünü ürettiğinizde, zaten üretim süreçlerinde sıkıntı var, çok pahalı, bir de dünyaya açılabileceğimiz bir pazar olmadığı için tek bir yayıncıya yüklediğinizde bunu, o dünya devinin 1 birime verdiği ürünün aynısını sizin 150 birime vermeniz gerekiyor, bu da yayıncıya mantıksız geliyor. Kağıt üzerinde bu böyle. Ama biz Pepe’yle bu anlamda bir imkansızı başardık. 1 birime alınan ürünlerin yanına Pepe’yi de koyduk, 150 birime satamadık belki ama hep başka umutlarımız vardı, finansmanının başka yerlerden sağlanabileceğine dair düşüncelerimiz ve inancımız vardı, onun için biz, tüm istatistikler bu işe girme dese de, girdik. Biz belki 10 birim para aldıysak da kalan maliyetlerimizi, ekmeği taştan çıkarmak gibi, dergisiyle, diğer ürünleriyle, oralardan çıkarttık. Çünkü Pepe sevildi. Düşyeri bugünlere büyük mücadelelerle geldi ama bugün Türkiye’nin çizgi film konusunda en büyük markası. Pepe’den sonra yapacaklarımız çok önemliydi, Pepe’nin bir tesadüf olmadığını ispatlamalıydık.

Bazı araştırmalar mı sizi bu noktaya getirdi, Pepe’nin bu kadar tutacağını nasıl öngördünüz?

Aslında kendi hayat tecrübemize ve Türk halkına güvenle ilgili, çünkü böyle bir eksiğin olduğunu görebiliyorduk, ben de bir anneyim. Tabii ki bir riskti bir yandan, o iletişimi Pepe seyirciyle kuramayabilirdi. Çok çalıştık. Biz kendi çocuğumuza izletmeyeceğimiz, yedirmeyeceğimiz, giydirmeyeceğimiz hiçbir ürüne de Pepe adını vermedik. Ticari olarak lehimize olacak durumlarda bile bu seçiciliği koruduk.

Özellikle gıda riskli değil mi, bir güven oluşturuyorsunuz.

Tabii ki. Belgelerini isteyerek, mesela süt çıktı, kakaolu değil de çikolatalı süte verdik, daha sağlıklı olduğu için. Tekstil ürünlerinde de Taç, Zorlu gibi iyi firmalarla yanyana geldik.

Devamı Beyazperde.com‘da…