“Meg” Derinlerdeki Dehşet 10 Ağustos’ta Sinemalarda

Uluslararası bir sualtı gözlem programının parçası olan bir derin deniz denizaltısı, devasa bir yaratığın saldırısına uğrar ve Pasifik Okyanusu’nun en derin kesiminde dibe oturur, hem de içinde hapis kalmış mürettebatıyla. Zaman daralırken, eski derin deniz kurtarıcısı Jonas Taylor (Jason Statham) kendi kendini mahkum ettiği sürgünden vizyoner bir Çinli okyanusbilimci olan Dr. Zhang (Winston Chao) tarafından çekip çıkartılır; mürettebatı tek başına kurtarabileceğini düşünen kızı Suyin’in (Li Bingbing) itirazlarına rağmen. Fakat mürettebatın kurtulması için her üçünün ve hatta okyanusun görünürde durdurulamaz olan bu tehdidi durdurmak için birlikte çaba göstermesi gerekecektir. Soyunun tükendiğine inanılan 23 metre uzunluğundaki tarih öncesi bir köpekbalığı türü olan Megalodon (Meg) ise gayet canlıdır.

Turteltaub’un yönettiği filmin senaryosunu Dean Georgaris ve Jon Hoeber ile Erich Hoeber kaleme aldı. Film Steve Alten imzalı en çok satan MEG adlı romana dayanıyor. Filmin Türkçe altyazılı fragmanını izleyebilirsiniz.

Justice League Kasım’da Sinemalarda!

 

Batman ve Wonder Woman birlikte hareket ederek, yeni uyanan bir tehdide karşı, “meta insan”lardan oluşan bir takım oluştururlar. Ancak, bu eşi benzeri görülmemiş kahramanlardan oluşan takıma rağmen – Batman, Wonder Woman, Aquaman, Cyborg ve Flash – gezegeni bir felaketten kurtarmak için yine de geç kalmış olabilirler.

Justice League Türkçe altyazılı ilk fragman burada:

Wonder Woman! Hem de Türkçe Altyazılı Fragmanıyla!

“Wonder Woman” 2 Haziran 2017’den itibaren, tüm dünyada vizyona girecek.

Wonder Woman olmadan önce Amazon prensesi olan Diana (Gal Gadot), yenilmez bir savaşçı olarak yetiştirilmiştir. Eğitildiği gizli cennet adanın üzerinden geçen bir Amerikan pilotun uçağı düşer ve pilot baygın olarak adanın kıyılarında bulunur. Pilot, Diana’ya adanın dışındaki dünyada büyüyen savaş tehdidinden bahseder. Bu tehdidi durdurabileceğine inanan Diana, adayı terk eder. Diana bu sayede tüm güçlerini ve gerçek kaderini keşfedecektir.

teaser poster

Patty Jenkins’in yönettiği filmin senaryosu Allan Heinberg ve Geoff Johns’a, hikayesi ise Zack Snyder & Allan Heinberg’e ait. Film, 2 Haziran’da 3D, IMAX 3D, Türkçe dublaj ve Türkçe altyazılı seçenekleriyle vizyona girecek!

John Wick 2 Türkçe Dublajlı Fragman Yayınlandı

10 Şubat 2017’de, ülkemizde altyazılı ve dublajlı olarak vizyona girecek olan devam filminde Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Riccardo Scamarcio, Franco Nero, John Leguizamo, Ian McShane gibi isimler rol alıyor. Yönetmen koltuğunda ise Chad Stahelski var.

Yönetmenliğini David Leitch ve Chad Stahelski ikilisinin üstlendiği 2014 yapımı ilk film genel anlamda beğenilmiş, izleyiciyi tatmin etmesi garantili bir aksiyon filmi olarak değerlendirilmişti.

 

Beklenen, Merak Edilen Film: Passengers/Uzay Yolcuları

 

Uzay Yolcuları Afiş

Not: Bu yazı sürprizbozan (spoiler) içerir. Filmi izlemeden okumanızı tavsiye etmem.

Passengers, uzun süredir beklenen, bilim-kurgu türünde bir film, bu Cuma (13.01.2017) vizyona giriyor, biz ise Perşembe basın gösteriminde izleme şansı bulduk.

On yıl önce senarist Jon Spaihts, Warner Bros çatısı altında, Keanu Reeves ve partneri Stephen Hamel ile biraraya gelerek Shadow 19 isimli bir proje üstüne çalışmaya başlamışlar. Spaihts’in kafasındaki fikir aslında bir adamın yaşadığı bazı olaylar sonucu uzayda yapayalnız kalmasıyla sonuçlanan bir fikirmiş, Reeves ve partneri ise, ya hikaye oradan başlarsa nasıl olur demişler ve Spaihts’in fikrini bu yönde geliştirmişler. On yıldır yazılmakta ve geliştirilmekte olan proje, oynayacak kişiler konusunda epey evrim geçirmiş ve bir türlü nihai sonuca ulaşamamış, 2014’te Sony’nin filmin haklarını satın almasıyla oyunu kadrosu son halini daha hızlı bir şekilde alabilmiş, Reeves de yapımcılar arasında yer almaya karar vermiş. Bu uzun süreçte Spaihts, Prometheus, Doctor Strange, ve The Black Hole’un yeniden çekiminde başka senaristlerle birlikte kalem sallama şansına da sahip oldu fakat bu tamamen kendisinden çıkan ilk senaryosu.

Norveçli yönetmen Morten Tyldum ismini ise özellikle 2014’te Oscar ödüllerinin favorilerinden olan The Imitation Game’den hatırlıyoruz.

Dünyadan Homestead II adındaki bir gezegene tam 120 yıl boyunca yapılacak olan yolculukta 250 mürettebat ve 5000 yolcu var ve bunlar donuk uyku denen bir sistemle uyutulmuşlar, böylelikle ölmeden, yaşlanmadan yeni gezegende kaldıkları yerden devam edecekler. Bu yolcular çeşitli sebeplerle böyle bir deneyime gönüllü olmuşlar. Her birinin hikayesi bilgisayarlara kaydedilmiş. Film, yolcuların mürettebatla birlikte 120 yıl sonra uyanması gerektiği gemide Jim’in (Chris Pratt), henüz sadece 30 yıllık mesafe kat edilmişken uyku kapsülünün aktifleşmesi ve uyanmasıyla açılıyor. Jim önce bir problem fark etmiyor, her şey normal zannediyor, çünkü süper akıllı gemide robotlar, ekranlar ona yardım ediyor, onu odasına, yemekhaneye, oyun odalarına yönlendiriyorlar. Jim kısa bir süre sonra diğerleri nerede sorusunu soruyor ve teknik bilgileri takip edebildiği bir odada 90 yıllık bir yolculuğun içinde tek uyanık kişi olduğunu fark edip adeta çıldırıyor. Kendine bakmamaya başlıyor, kendisini içkiye veriyor, saç sakal birbirine karışıyor. Uyumakta olan yolcuların arasında gezerken birden içlerinden biri dikkatini çekiyor. Aurora’nın (Jennifer Lawrence) bilgilerine ulaşıyor ve onun güzel olmakla birlikte akıllı, esprili bir yazar da olduğunu öğreniyor. Bir yıl boyunca gemide yalnız yaşamış ve teknisyen olduğu için geminin sorunlarını çözmeye çalışmış ama başaramamış olan Jim, günlerce kendisiyle mücadele etse de sonunda dayanamıyor ve Aurora’yı uyandırıyor. Onu uyandıranın kendisi olduğunu söylemeden elbette. Başta aynı Jim gibi panikleyen Aurora, bir süre sonra Jim’in ona verdiği ilgi ve sevgi sayesinde sakinliyor, birbirlerine aşık olan ikili, öleceklerini kabul edip geminin avantajlarının ve aşklarının tadını çıkarmaya bakıyorlar. Muhteşem bir performans sergileyen Michael Sheen’in canlandırdığı android barmen Arthur onlara bunu ara ara hatırlatıyor: Nereye gideceğinizi, ne olacağınızı bırakın, yolculuğun (anın) tadını çıkarın. (Chris Pratt ve Jennifer Lawrence arasındaki kimya fena olmamış doğrusu.)

Jim (CHRIS PRATT) chats with bartender Arthur (MICHAEL SHEEN) at the Grand Concourse Bar in Columbia Pictures’ PASSENGERS.

Hikayeye devam edelim. Aurora’nın gerçeği öğrenmesiyle büyü bozuluyor. Aurora Jim’in yaptığının cinayet olduğunu düşünüyor, ondan nefret ediyor ve uzaklaşıyor. Bu noktada Jim’in Aurora’yı uyandırdığı andan itibaren, aşklarını yaşarken bile mimikleriyle, gözleriyle pişmanlığını yansıtması muhteşemdi tek kelimeyle.

Film bu romantizmi ve çelişkiyi yaşatırken bize, bir anda teknik bir hata yüzünden gemide uyanık üçüncü bir kişi oluyor ve şans o ki bu kez uyanan kişi mürettebattan biri: Gus (Laurence Fishburne). Geminin çok büyük teknik sorunları olduğunu, eğer müdahale edilmezse sadece üçünün değil, gemideki herkesin cayır cayır yanarak öleceklerini fark ediyorlar. Gus hasta, ölmek üzereyken onlara gemide daha fazla yetki hakkı olan bilekliğini teslim ediyor ve birbirinizin kıymetini bilin diyerek ölüyor. Jim ve Aurora artık sadece kendileri için değil gemideki herkes için umudu sağlam tutmak zorunda, ellerinden geleni yapmak zorunda!

Film eleştirilerinde filmin hikayesini bu denli detaylı anlatmak hiç huyum değildir, hele ki filmin tanıtımlarında, fragmanlarda Aurora’yı uyandıranın Jim olduğunun bir sır oluşu gibi bir durum varken ortada. Fakat bunu irdelemeden geçemezdim, bu yüzden yazının başına uyarımı koydum. Tüm basın eleştirilerinde, hatta yönetmen ve senaristle yapılan röportajlarda bile konuşulan bir konu var. Jim’in Aurora’yı uyandırmasının çok “ahlak dışı” bir durum olması, filmde Aurora’nın dillendirdiği gibi bunun bir cinayet olması ve bu durumun seyirciyi filmden uzaklaştırması… Pardon, siz, ciddi misiniz?

Her şeyden önce, ne zamandan beri filmleri insanların yapması gereken “en doğru” davranışları gösteren birer ilahi güç olarak izlemeye, değerlendirmeye başladık? Hani arada kalan çelişkili karakterleri daha çok seviyorduk, insanların çok güzel ya da çok çirkin, çok iyi ya da çok kötü, çok akıllı ya da çok aptal sergilenmesinden sıkılmıştık? Bir süredir sinemada süper kahramanlar dahil olmak üzere insanın defoları daha çok ilgimizi çekmiyor mu? O zaman daha rahat empati kurmuyor muyuz? Filmlerdeki hikayeler bu şekilde daha doğal olmuyor mu? Biz olsak ne yapardık‘ı düşündürmüyor mu?

Jennifer Lawrence and Chris Pratt star in Columbia Pictures’ PASSENGERS.

Ben senaristin de yönetmenin de bu filmi yapmaktaki amaçlarının: bakın insanoğlu böyle davranmalıdır, doğru olan budur, Jim tabii ki de Aurora’yı uyandırmadı, haydi şimdi ayağa kalkıp erdemlerimizi alkışlayalım demek olduğunu sanmıyorum. Şahsen bir uzay gemisinde bir sene boyunca yalnız yaşayıp, ömrümün geri kalanında o geminin içinde tek başıma kalıp öleceğimi düşünseydim, evet birine haksızlık edeceğimi, onun özgür iradesini hiçe sayacağımı bile bile, onu uyandırmayı ben de düşünür, değerlendirirdim. Yapabilirdim, yapmayabilirdim. Pişman olurdum, olmazdım. Bunlar insan olmamızla ilgili zaten. İnsan demek her zaman erdem demek değil ne yazık ki. Kaldı ki Jim iyi ve sevgi dolu biri, sadece menfaatleri için birini uyandırıp bencilce ihtiyaçlarını karşılamıyor, Aurora’yı hiçbir şey için zorlamıyor, karşılıklı bir alışveriş yaşatıyor, gözlerinde her an pişmanlığı taşıyarak…

Jim’in yaptığı şeyin doğru ya da yanlış olması değil, yapılabilir bir şey olup olmaması bence mesele. Siz gerçekten de “ben asla yapmazdım” diyor musunuz?

Etik meseleyi bir yana bırakacak olursak, Yunan filozof Epiktetos’un sözünü akla getiren bir felsefesi yok değil filmin: “Mutluluk gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil.” Görsel açıdan da doyurucu, lezzetli bir film Passengers. Uzay gemisinin atraksiyonları izleyiciyi eğlendirecek, mutlu edecek cinsten kurgulanmış. Fakat bilim kurgu türünde bir film için, içinde mantıken pek çok saçmalığı barındırdığını ve bunun filmin ciddiyetini bozduğunu söylememiz mümkün, örneğin bu denli komplike bir akıllı uzay gemisinde, acil durumlar nasıl düşünülmüş olamaz? Uyku kapsülü asla bozulamaz nasıl bir cevaptır… Çok komplike durumlar çözülebiliyorken, çok daha basit görünen sorunlar nasıl çözülemez?

İzlemeyi, üzerine düşünmeyi hak eden bir film Passengers, fakat son zamanlarda bu türde Arrival gibi, Snowpiercer gibi, Interstellar gibi içi çok daha dolu, çok daha özenerek yazılmış filmler izlemişken, Passengers’dan “wow!” nidalarıyla çıkmak bir hayli zor.

 

Örümcek Adam Kostümünü Giyiyor!

 

Jon Watts yönetmenliğindeki Örümcek Adam Eve Dönüş Türkçe altyazılı fragman yayınlandı! Peter Parker’ı Tom Holland canlandırıyor.
7 Temmuz 2017’de vizyonda, unutmayın!

 

 

Uzay Yolcuları / Passengers Geliyor!

Aurora ile Jim, 120 yıl boyunca uyuyarak başka bir gezegene gitmekte olan yolcuların arasındaki iki kişidir. Fakat uyku kabinleri onları yanlışlıkla 90 sene önce uyandırır. İkisi de bu hatanın sebebini bulmak ve binlerce yolcuyla uzayda ilerlemekte olan gemilerinin kaderini değiştirmek zorunda kalırlar.

Jennifer Lawrence (Aurora) ve Chris Pratt (Jim) bu heyecanlı ve gerilim dolu bilim kurgunun baş rollerinde yer alıyorlar.

Yönetmenliğini Enigma filmi ile dikkatleri çeken Morten Tyldum’ın üstlendiği yapımın senaryosu ise Doctor Strange’in senaristi Jon Spaihts tarafından yazılmış.

Vizyon tarihi ise 13 Ocak 2017. Merakla bekliyoruz!

 

 

Arrival/Geliş – Yılın En İyi Filmlerinden!

Popülersinema.com sitesi, son yılların en çok konuşulacak bilim-kurgu filmlerinden birisi olan Arrival ile ilgili biz sinema yazarlarından kısa görüşler aldı.

Ben de şu şekilde katılım gösterdim:

Film boyunca arkama hiç yaslanmamış olduğumu fark ettim bittiğinde. Zaman kavramı, uzay, insanlık, dil, iletişim, yabancılık, güven, güç ve silah denen şeyin aslında ne olduğu, bilim, kuvvetli his derken, “Geliş”, derinliğiyle sarhoş etti. Ted Chiang’in “Story of Your Life” adlı kısa öyküsünden uyarlanmış olan filmde uzaylılar 12 adet uzay gemisi ile dünyanın farklı yerlerine konumlanıyorlar ve biz algısı maalesef yeterince gelişememiş insanoğlu, geliş sebeplerini anlamaya çalışırken kendi iç savaşlarımızla, yabancı herhangi bir şeyden korkmanın verdiği düşmanlığımızla (siyasi iklime de güzel gönderme), kısaca aptallığımızla yüzleşiyoruz adeta. Algıları fazlasıyla açık olan dilbilimci Louise Banks (Amy Adams) ise bir yandan uzaylıları hissedebilir, dillerini çözebilir ve aracı olabilirken, diğer yandan kendi travmatik geçmişiyle yüzleşiyor. Aslında kendi geçmişiyle bu olanlar arasında hissettiği bağı da çözmeye çalışıyor bir yandan ve filmin sürprizlerle dolu sonunu da bu bağ belirliyor zaten… Ayrıca filmde dil’in konumlanışı, o kadar derin okumalara açık ki… Yaşasın bizi efekt manyağı yapmak yerine duygusuyla, içeriğiyle etkileme cesaretini gösteren, içi dolu dolu bilim-kurgular! Tutsak, Düşman, Sicario gibi farklı türlerdeki filmleriyle zaten gönlümüzü fethetmiş olan yönetmen Denis Villeneuve’yi takibe devam!  9/10

Diğer yazarların da yorumları için populersinema‘ya buyurun.

Aynanın İçindeki Büyülü Sırlar…

Lewiss Carroll ismiyle ünlenmiş Charles Lutwidge Dodgson isimli yazarın 1865 yılında yazdığı klasikleşmiş fantastik roman Alice Harikalar Diyarında’yı duymamış olan yoktur. Hikayede Alice adlı bir kız çocuğu, ormanda bir tavşan deliğinden geçerek başka bir dünyaya giriş yapmış olur. Burada başına gelen olaylarla aslında yetişkin dünyasının saçmalıklarına eleştiriler gelir ve bu hikaye bir nevi Alice’in büyümesini, kişiliğinin gelişimini anlatır. Lewis Carroll, bu romanın devamı olarak 1872’de Aynanın İçinden adlı romanı yazar.

Çocuk kitabı gibi görünse de yetişkinlere de hitap eden bir yapısı vardır romanın. Alice Harikalar Diyarında, 1903’te Cecil Hepworth tarafından sessiz film olarak çekilmiş. Bu, eserin ilk film uyarlaması olmuş elbet.

Hikayenin uyarlaması olmayan ama etkilerinin hissedildiği sinema filmleri de mevcut, örneğin Matrix’te “follow the white rabbit” konusu vardır malum. Yine Resident Evil filminde hikayeye olan göndermeler epey açıktır. Zira bir çocuk romanı olarak da değerlendirilmesi bir yana, içinde yüzlerce gizli mesaj barındıran bir yapıttır Alice Harikalar Diyarında ve bu gizli mesajlar genelde büyüklere yöneliktir.

2010 yılında çılgın yönetmen Tim Burton Johnny Depp ile  yedinci kez bir araya gelerek Alice in Wonderland filmini çekti. Ekipte elbette eski karısı Helena Bonham Carter da vardı. Alice karakterini ise Mia Wasikowska canlandırıyordu. Tim Burton gibi çılgın bir hayal gücüne sahip olan ve bu hayal gücünü beyazperdeye olduğu gibi aktarmada bu denli başarılı bir yönetmenin böyle renkli, özgün ve oyunlu bir hikayenin filmini çekeceği haberi elbette beklentileri fazlasıyla artırmıştı, kanımca çoğunlukla bu sebeple film çok da beğenilmedi, eksikler bulundu, hayal kırıklıkları yaşandı, epey eleştirildi doğrusu.

Romanın devamı olan Aynanın İçinden bu kez beyazperdede! Yönetmen koltuğuna bu kez Muppets filmlerinin yönetmeni James Bobin oturmuş. Tim Burton’un çektiği filmin devamı niteliğinde kurgulandığından, cast aynı. Harikalar Diyarı, bu kez beklenmeyen bir misafirin ziyaretiyle başlıyor. Misafir bu büyülü evreni yavaş yavaş keşfediyor. Ortalık epey karışıyor fakat krallığın kurtuluşu için herkes yeniden biraraya geliyor.

Geçen sene roman 150 yaşına girmişti ve romanın bu oyunlu hikayesi sinemada karşımıza çıkmaya devam edeceğe benzer. Önceki denemeleri de bir hatırlayalım:

Alice in Wonderland (1951): Walt Disney uyarlaması çizgi animasyon adeta Alice Harikalar Diyarında dediğimizde aklımıza gelen ikon olmuştur. Alice karakterini Kathryn Beaumont seslendiriyordu. Mad Hatter ise Ed Wynn idi. TV’de çok yayınlandı ve çocukluğumuzda bizi Alice ile tanıştıran belki de ilk görüntüler bunlar oldu.

Alice’s Adventures in Wonderland (1972): Müzikal bir uyarlama olan film 1973’te BAFTA en iyi kostüm tasarım ödülüne layık görüldü. Filmde Alice’yi Fiona Fullerton oynadı. Yönetmen ise William Sterling. Çok başarılı bir uyarlama olarak anılmasa da o yıllar için değişik bir denemeydi.

Alice In Wonderland (1985): İki bölümlük bir tv dizisi olan bu uyarlama 80’li yılların film atmosferlerini temsil ettiğini söyleyebileceğimiz, çok keyifli bir film. Harry Harris’in yönettiği dizi filmde Alice’yi Natalie Gregory canlandırırken ona Red Buttons, Jayne Meadows gibi isimler eşlik ediyor bu macerada.

Alice Through The Looking Glass ( 1998):  Kate Beckinsale ve Steve Coogan başrollerde. Yine bir tv filmi olarak çekilmesine rağmen, devam romanının en iyi adaptasyonu olarak anılır.

Alice in Wonderland (1999): Televizyon için çekilen film Nick Willing imzalı. Alice’yi canlandıran ise oyuncu Tina Majorino. Yapımın dört dalda Emmy ödülü var.

Alice in Wonderland (2010):  Tim Burton imzalı filmin senaristi Linda Woolverton. Filmde Johnny Depp, Mia Wasikowska, Helena Bonham Carter ve Anne Hathaway önemli rolleri paylaşıyorlar. Film dünya çapında 1 milyar dolardan fazla hasılat elde ederek yönetmenin o zamana kadar gişe başarısı en yüksek filmi olmuştu, fakat başta da değindiğimiz üzere farklı eleştiriler aldı. Filmin görsel estetiği, gerekli teknik efektleri ve kurgusuna söylenecek yoktu doğrusu, o rengarenk evren yaratılmıştı fakat eleştiriler genelde hikayenin anlatımındaki eksikliklerden ve  CGI efektlerin kimi zaman gereksiz ve fazla kullanılarak göz yorduğu üzerineydi, filmin 3D olması da o büyülü evrene yeterli gücü vermemişti. Burton bu eleştirilere cevaben kendi yapımını bir Alice Harikalar diyarında filminin devamı ya da onun “yeniden kurgusu” olarak görmediğini, kitabı okuduktan sonra tamamen bilinçli bir şekilde hikayeyle oynayarak kendi kurgusunu yarattığını belirtti. Yapım, 83. Akademi Ödülleri’nde en iyi sanat yönetimi ve en iyi kostüm tasarım ödülüne layık görüldü. Avril Lavigne’nin film için yaptığı Alice adlı şarkı MTV hayran müzik ödülleri sahibi oldu.

Alice in Wonderland: Through the Looking Glass (2016):  2012 tarihinde Variety dergisi Alice in Wonderland’ın devam filminin geliştirilme aşamasında olduğunu ve önceki filmde olduğu gibi Linda Woolverton’ın bu film için de senaryo yazdığını açıklamıştı. 2013’ten itibaren ise yönetmen ve oyuncular belirlendi ve basına açıklandı. Film bu ay Türkiye’de Alis Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden adıyla gösterime girecek. Tim Burton bu kez filmin yapımcı koltuğunda yerini alıyor. Filmde  Sacha Baron Cohen ve Rhys Ifans gibi isimler de var. Ana çekimler Shepperton Stüdyoları’nda 2014’te başlamış ve aynı yıl son bulmuş. Filmin fragmanları 2015’ten beri servis ediliyor.

Not: Bu yazı Mayıs Cinedergi.com sayısında yayınlandı.